Amerikan başkanlık seçimleri, uzun zamandan beri Türkiye’de gündemin en önemli konuları arasına girmektedir. Başkan adaylarının seçim kampanyaları, propagandaları, günlük konuşmaları Türk kamuoyunda ve basınında çok fazla yer alır. Türkiye’deki bir çok siyasi partinin seçim sürecindeki kampanyalarından daha çok işlem görür. Sanki Amerika’ya değil de Türkiye’ye bir başkan seçilecek gibi bir hava estirilmeye çalışılır. Bu bir propagandadır. Türkiye’de insanların kendilerine ve milli varlıklarına değil, emperyal bir güce alışmalarını ve emperyal gücün perspektifi ile dünyada olup bitenlere bakmalarını sağlamak için yapılmaktadır. emperyal gücün başkanlık seçimleri, bu bakımdan Türkiye’de çok fazla konuşulur. Gündemde tutulur.
Ülkemizde emperyal güçlerin propagandasını yapan gruplar her zaman olmuştur. Bu gruplar bilindiği gibi, Türk halk kültürüne ve inançlarına yabancıdır. Osmanlı Enderun sınıfından gelen bir geleneğin bakiyeleridir. Bu durumu sosyolojik manada fark eden ve işleyen ilk düşünürlerimizin başında ise Ziya Gökalp gelmektedir. Gökalp bundan dolayı bu enderuni kökenli aydınların halka gitmesini, halkın milli kültürü ile olaylara bakmalarını tavsiye etmişti[1]. Aydınların emperyal güçlerin propagandasını yapmalarının örnekleri, Osmanlı devletinin son yüzyılında, Türk İstiklal savaşının yapıldığı dönemde çok olmuştur. Bazen dini imajları, bazen sınıfsal imajları, bazen de liberal imajları kullanarak bu propagandayı dolaylı olarak yapmışlardır. Dini imajları kullanarak emperyal güçlerin propagandalarını yapanların tipik örneklerinden birisi, işgal altındaki İstanbul’da İngiliz Muhipler Cemiyetini kuran Sait Molla’dr.[2] Bu sebeplerden dolayı, emperyal güçlerin propagandasının yapısını biliyoruz. Amerikan başkanlık seçimlerinin Türkiye’deki uzantıları da bu propagandanın bir parçasıdır. Ancak Amerika’daki son başkanlık seçimi sürecinde, yapılan propagandaya yeni imajlar ve ikonalar eklendi.
Amerika’nın son başkanlık seçimi, konuya kendimizi daha fazla kaptırmamıza neden oldu. Bunun da temel nedeni Barack Hüseyin Obama’nın demokratların adayı olarak seçim sürecini tamamlaması ve Amerika’nın başkanı olmasıdır. Obama’ya sadece Türkiye’de değil bütün Ortadoğu’da tahmin edilenin de ötesinde bir ilgi oldu. Bu ilgiyi “Barackomania” olarak tanımlayan yazarlar da oldu. Başta Newsweek dergisi olmak üzere bir çok dergi, Obama’ya olan bu bağlılığı, hayranlığı ve tutkuyu “Barackomania” olarak adlandırdı. Hatta Türkiye’nin “Barackomania hastalığına” tutulan kimi gazetecileri ve yazarları, Türkiye başbakanının milli birliği ve bütünlüğü çağrıştıran söylemlerini; “Obama gibi geldi. G. Bush gibi davranıyor” diyerek ağır bir şekilde eleştirdiler. Üstelik bu köşe yazarı, Obama daha başkan olmadan ve hiçbir icraata başlamadan ve onun hiçbir icraatını görmeden bu eleştiriyi yaptı. Türkiye’nin başbakanını, Türkiye’nin milli birliğinden yana konuşmalar yapıyor diyerek suçladı.
Obama hayranlığı, o kadar fazla oldu ki bir çok Afrika ve İslam ülkesinde halk sokaklara döküldü. Kutlamalar yaptı. Tarihçiler O’nun Osmanlı vatandaşı olduğunu söyleyerek kökenine ilişkin yakınlıklar kurmaya çalıştı. İslam dünyası seçkinlerinin büyük kısmının Amerika’ya hayranlık duyduğu, bilinen bir durumdur. Muhtemelen Obama’nın bizden biri olarak gösterilmesi için öteden beri mevcut olan bu Amerikan hayranlığı duygusu etkili olmuştur. Ancak Obama’nın Siyahi bir Afrikalı ve Müslüman kökenli bir ailenin çocuğu olması, hayranlığın düzeyini daha da arttırdı. Onun tamamen bizden birisi olarak tanıtılmasına ve gösterilmesine neden oldu. Sonuçta Amerika’ya bağlılık stratejik bir tercih olmaktan öte, “Barackomania” diye adlandırılan bir psişik hastalığa dönüştü. Amerikan hayranlığı “Barakomania” hastalığı ile bir ikona dönüştü, bir simulakr olarak dolaşıma girdi.
Mani, psişik bir bozukluktur. Belirtileri ise, düşünce uçuşması, çağrışımın artması, aşırı sevinç, neşe ve duygulanım düzeyi taşkınlıklarıdır, geçici muhakeme bozukluklarıdır[3]. İslam dünyasında bir çok kişinin Amerika Başkanı Barack Obama’ya hastalık düzeyinde hayranlık duyması, Müslümanlar için çok önemli bir sorundur. Bunun üzerinde ayrıntılı durmak lazımdır. Ancak bu makalede bu konuyu ele almayacağım. Çünkü bu soruya cevap bulmak için, Müslüman toplumların sosyo-kültürel ve psişik durumunu ayrıntılı olarak incelemek gerekmektedir.
Bu makalede sadece Obama’nın Müslümanlar hakkında yaptığı birkaç açıklamaya değineceğim. Çünkü bu açıklamalar, Amerikanın siyahi başkanının Müslümanlar hakkındaki kanaatini, bize O’nun bu teveccühü hak edip etmediğini gösterecek kadar ipucu içermektedir. Gerçi Obama’nın Müslümanlar hakkındaki siyasetinin ne yönde olacağına dair çok fazla köşe yazısı yazılmakta ve görsel tartışma medyada dolaşımda tutulmaktadır. Ancak bu tartışmalar daha çok O’nun ekibinde kimlerin yer alacağı ile ilgili olarak yapılmaktadır. Tartışmaların hiç birisinde ABD’nin kurumsal yapısı ve siyaseti işlenmiyor. Obama’nın konuşmalarında üzerinde ısrarla durduğu bu kurumsal emperyal kimlik göz ardı edilmektedir. Gizlenmektedir.
Obama’nın Müslüman dünya hakkındaki düşüncelerini ve niyetlerini, üç tane açıklamasını esas alarak değerlendireceğim.
Bunlardan birincisi, başkanlığa hazırlık çalışmasını başlatırken İran’la ilgili olarak yaptığı açıklamadır. Ocak 2008’de: “Radikal bir din devletinin elinde nükleer silah bulunması, çok ama çok tehlikelidir. Askeri harekat dahil, tüm önlemleri göze almalı”, diyerek G. W. Bush’un İran’a karşı olan önyargılı tutumunu açıkça destekledi.
İkincisi görkemli göreve başlama ve yemin töreninde yaptığı konuşmada; “Müslüman dünyasına sesleniyorum, karşılıklı çıkarlarımız var. Yumruğunuzu açın, elinizi sıkacağız.” Dedi.
Üçüncüsü ise Amerika’nın kurucu liderlerine, kanunlarına ve geleneklerine bütün konuşmalarında altını çizerek, vurgulu bir tarzda bağlı olduğunu dile getiren, konuşmaları. Seçim zaferi konuşmasında başlangıç cümlesine kimse dikkat etmedi. Ancak bizim konumuz için bu cümle O’nun niyeti hakkında çok şey anlatmaktadır. “Amerika’da her şeyin olabileceğine dair kanaati olanlar varsa; Amerika’nın kurucularının amaçlarının hala geçerli olup olmadığından şüphelenen kimseler varsa, ve hala Amerika’nın demokratik bir ülke olduğundan şüphelenen kimseler varsa, bilsinler ki bu gece(benim başkan seçilmem/zaferim) onlara bir cevaptır”. 21 Ocak 2009’daki yemin töreni konuşması da benzer cümlelerle başladı: “Kurucu metinlerimize olan inancımızla yola devam ediyoruz…..Bir kez daha dünyaya liderlik yapma görevini üstlendik…..Ruhumuzu diriltelim… Ulusumuzun büyüklüğünü yeniden dile getirelim/gösterelim…”
Obama’nın bu ifadeleri ne anlama gelmektedir? Amerikanın kurucu ilkeleri ve kurucu başkanlarına bağlılığı ifade eden bir cümle, tam bir yüzyıldır Amerika’nın yaptığı işgalleri, ihlal ettiği insan haklarını görmezlikten gelme ve yapılanları onaylama anlamına gelmektedir. Bu ifadeler Obama’nın mevcut Amerikan geleneklerini, güç gösterilerini ve liderlik politikalarını daha etkili bir şekilde yürüteceğini göstermektedir. “Ruhumuzu diriltelim… Ulusumuzun büyüklüğünü gösterelim”, şeklindeki cümleler, çok kültürlülüğü, demokrasiyi, insan haklarını önemseyen bir liderin sarf edeceği cümleler değildir. Savaştaki bir ordu komutanının ancak kullanabileceği ifadelerdir. Amerikalılar için fazlasıyla gurur verici açıklamalardır.
Ancak bu ifadeler Türkler, Araplar ve Afrikalılar için oldukça ürkütücüdür. Hele Amerikan işgali altındaki Müslümanlar için, bir kabusu çağrıştırmaktadır. Türkiye başbakanı, Türkiye’nin milli birliğini savunan bir konuşmasından dolayı, Türkiye’de çok kültürlülüğü savunan, kimisi Müslüman, kimisi de Marksist bir kültürden gelen, yukarıda özelliklerini belirttiğim köşe yazarları tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Ancak ne gariptir ki bu liberal, çok kültürcü ve küreselci çevreler hayranlıkla kendisinden bahs ettikleri Obama’nın Amerika’nın milli birliğini ve gücünü perçinleyen konuşmasını görmezlikten geldiler. Bu çok çelişik bir durumdur. Anlaşılan bu küreselci liberal çevreler, Amerika’nın kendi milli birliğini savunmasını doğal karşılarken, Türkiye’nin milli birlikten yana bir siyaset izlemesine de karşı gelmektedirler. Bu çelişik muhakeme durumu için, sanırım Barackomania ifadesi doğru bir tanımlamadır.
Yeni Amerika başkanı, Müslümanları korkutucu, ürkütücü, kavgacı, hırçın ve Amerika düşmanı olarak biliyor. Bundan dolayı Müslümanları “yumruklarını sıkmış insanlar” olarak damgalıyor. Uzun zamandır Batıda işlenen ve medyatik dolaşıma sokulan “İslamofobia/İslam korkusu” Obama tarafından çok daha ürkütücü bir ifade ile yeniden tekrarlanmış olmaktadır. Üstelik “Sıkılmış yumruklarınızı açın” ifadesinde Müslümanlarla istihza etme anlamı da vardır. Bilindiği gibi, psikolojik tedavi uygulayan hekimler, hastalarına sıkılmış olan yumruklarını yavaş yavaş açmalarını telkin ederler. Anlaşılan Obama, Müslümanlara seslenirken onları hasta insanlar olarak görmektedir, damgalamaktadır.
Müslümanları korkunç ve ürkütücü bildiği için, bir Müslüman ülkenin nükleer enerji sahibi olmasını da Dünya için büyük bir tehlike olarak görmektedir. Bu konuda İran’ın ne pahasına olursa olsun durdurulmasına inanmaktadır. Anlaşılan G.Bush’un İran’a kendi görev süresi içinde açmadığı savaşı, siyahi yeni Amerika başkanı Obama açacak gibi görünmektedir.
Bilindiği gibi kuruluşundan bu yana Amerika’ya saldıran bir Müslüman ülke yoktur. Ancak Amerika bir çok Müslüman ülkeye saldırmıştır. Son yıllarda bu saldırılar gittikçe artmaktadır. Müslümanlar Amerika’ya saldırmadığına göre, Amerika başkanı neden Müslümanları saldırgan olarak tanımlamaktadır?
Amerika’da sosyal psikologların gruplar arası yükleme konusunda yaptığı bir çok deney var. Bu deneylerin sonuçları da ders kitaplarında üniversite öğrencilerine okutulmaktadır. Kuram özetle ötekileştirilmek istenen gruba kötü sıfatlar ve özellikler atf etmeyi ve yüklemeyi, kendi grubuna ise olumlu sıfatlar yüklemeyi ortaya koymaktadır. Batı kültürlerinde kendi grubunu kayırma ve diğer grubu kötüleme alışkanlığı bu deneylerde çok daha açık bir şekilde ortaya konmaktadır[4]. Müslümanlar için bu kötü ifadeyi kullanan Amerikanın yeni başkanı da bu dersleri okumuştur. Ancak buna rağmen onun bilinçaltında kötü Müslüman tiplemesi ve şablonu, o kadar çok etkili olmuş ki, barışmak istediği gruba çağrıda bulunurken bile onları kötülemekten kaçınmamıştır.
Obama Müslümanları “yumruklarını sıkmış adamlar” olarak görmekle onları ötekileştirmektedir. Dışlamaktadır. Bu Müslümanları dehümanize etmedir.[5] Müslümanları mahkum etmedir. Karşı tarafla anlaşmak ve barışmak isteyen birisinin, öncelikle karşı tarafı, insan olarak görmesi, onları adam yerine koyması gerekir. Oysa Obama açıkça Müslümanları yumruklarını sıkmış adamlar olarak görmekle, barışa niyetli olmadığını çok net bir şekilde ifade etmiştir. Üstelik kendine hayranlık duyan ve umut bağlayan bu kadar çok Müslüman aydına rağmen böyle davranıyorsa, durum daha da kötüdür.
Obama’nın açıklamaları Müslümanları aşağıladığı halde, Müslüman ülkelerde, bilhassa Türkiye’de yazar çizer takımı neden kendileri ve Müslüman dünyası için O’nu bir umut olarak dolaşımda tutmaktadır? Öyle sanıyorum ki Barockomania denilen hastalık, Müslüman dünyadaki aydınların, çıplak kıralı görmesine mani olmaktadır. Eskiden beri gelen alışkanlıklarını tekrarlamaktadırlar. Ancak bu kez siyahi bir başkanın seçilmesi, onların daha bir hayranlık duyarak Amerika sevdasını, dillendirmelerine neden oldu.
Kaynaklar:
[1] Türkdoğan Orhan, “Osmanlı’ya Tarihselci Bakış Açısı”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay. Sayı 174, İstanbul Haziran 2008, sh.14
[2] Duran Hacı, “Türkiye’de Himayecilik Eğilimlerinin Dini Yansımaları” Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu, Fırat Üniversitesi yay. Elazığ 2002, sh. 283
[3] Köknel Özcan ve Diğerleri, Davranış Bilimleri, Bayrak Matbaacılık, İstanbul 1989, sh.234
[4] Hogg A. Michael ve Vaughan M. Graham, Sosyal Psikoloji, çev. İbrahim Yıldız ve Aydın Gelmez, Ütopya yay. Ankara 2007, sh.123
[5] Duran Hacı, “Dazlak Şiddet Eylemleri ve Türk Hoşgörüsü”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay. Sayı 256, İstanbul Nisan 2008