Bernar Russel “Eğitim Üzerine Yazılar” adlı eserinde, İngiliz soylularının, öldürmeyi, saldırmayı ve şiddet kullanmayı, ailenin onuru olarak gördüklerini yazar. İngiliz soylularının bu şiddeti kurumsallaştırma yöntemini ise çocuklarını eğitme yöntemine bağlar. İngiliz soylusu çocuklarının profesyonel pedagoglar tarafından yetiştirilirken, yeterince anne ve baba; yani aile eğitimini almadıklarını iddia eder. Çocuklukta aile terbiyesi almayanların yıkıcı ve saldırgan davranmayı bir statü göstergesi olarak görebildiklerini belirtir.
Russel’in konu hakkındaki ifadeleri şunlardır: “Sıradan bir üst sınıf lngiliz ailesinde; kuşları öldürmek takdir edilen bir davranıştır, savaşta insan öldürmek ise mesleklerin en soylusu sayılır. Bu eğilim işlenmemiş içgüdüyle/barbarlık güdüsü il de uyum içindedi…Böyleleri sülünleri öldürebilir, kiracılara acı çektirebilirler; bir vesile olduğunda bir gergedanı da ya da bir Alman’ı da vura bilirler. Çünkü onlar, yani soylular ve zenginler; çocuklarının bakımını ücretli profesyonellere bırakırlar. Bu nedenle bu kişilerdeki yıkıcı eğilimleri yok etmek için onların ana-baba olacakları zamanı beklemek gerekiyor. (B. Russel, 1999:100)
Russel bunları ikinci dünya savaşı yıllarından hemen sonraki İngiliz toplumunun gelenekleri ve eğitim yapısını temel alarak yazmaktadır. İngiliz soylusunun şiddeti bir güç ve iktidar biçimi olarak görmüş olması önemli bir tespittir. Ama daha da önemlisi aile ve anne baba eğitiminden mahrum bir tarzda eğitilmenin şiddet ve saldırganlıkla olan ilgisi konusundaki görüşleridir.
Russel’in bu görüşlerine göre, İngiliz kültüründe, öldürme takdir edilen bir davranıştır. Öldürme şeref ve onur göstergesidir. Soylular onurları ve şerefleri için hayvanları ve insanları öldürmeyi bir gösteri olarak gerçekleştirirler. Öldürme ayıplanan, hoş karşılanmayan bir barbarlık davranışı olarak görülmez; takdir edilen bir davranış olarak görülür.
Russel’in kendi toplumunun barbarlığı, bir sanaat, teknik ve meslek olarak görmüş olmasını, doğal insanlık değerleri ile bağdaştırmaz. Buna rağmen bu barbarlığın niçin kurumsallaştığını, yasal bir töreye dönüştüğünü tartışır. Yukarıdaki açıklamaya göre, İngiliz soylusunun, kendisine verilen özel eğitimden dolayı öldürme sanatlarındaki başarıyı bir şeref ve onur meselesi olarak kurumsallaştırdığını varsaymaktadır.
Türkiye gibi bir toplumda, eğitimin insanların vahşi duygularını tekniğe dönüştürdüğünü söylemek, sanırım çok abes karşılanacaktır. Eğitim dendiğinde, herkes bilimin, ilmin veya medeniyetin öğretildiğini varsaymaktadır. Okulda insanlıkla, ahlakla, medeniyetle uyuşmayan bir bilgi ve yeteneğin öğretilmeyeceğini düşünmektedir. Bu düşünce İngiliz örneğine bakıldığında hiç de doğru görünmüyor. Buna rağmen okuma ve yazma temeline dayalı bir eğitim, bizim ülkemizde hala bir fetiş olarak duruyor.
Türkiye’de. eğitimin bir fetiş olarak görülmesi meselesi, eğitimle ilgili eleştirileri, din ve ideoloji eleştirisine dönüştürmektedir. Eğitim eleştirisini bir öğretim tekniği veya insani bir terbiye meselesi olmaktan çıkarmaktadır. Eğitim tartışmaları bundan dolayı, eğitimin örgütsel yapısı, bürokrasisi ve teknolojilerine yönelmiyor. Eğitim tartışmaları; dini, laik ve ideolojik kalıplar üzerinden yapılabilmektedir. Medreselere, misyoner okullarına, modern laik okullara, özel okullara, resmi okulların farklı dönemlerdeki programlarına yapılan çok fazla eleştiri bilindiği gibi mevcuttur. Ama ilginçtir, bu eleştiriler siyasi, dini ve ideolojik kalıplar ve sloganlar çerçevesinde yapılıyor. Kimse eğitim kurumlarının doğal olarak kötülüğün kaynağı olabileceğini gündeme getirmiyor.
Russel’in yukarıda andığım görüşleri, kurumsal ve disiplinli bir eğitim programının, araçsal yapısından dolayı; kötülüğün, barbarlığın ve vahşetin kaynağı olabileceğini yazıyor. İngilizlerin barbarlığı bir şeref ve statü olarak benimseyip kurumsallaştırmış olmasını sorguluyor. Bunun nedenini açıklamaya çalışıyor. Metinde anlaşılacağı gibi, İngiliz soylularının anne ve baba eğitimi ve sevgisinden mahrum bir şekilde eğitildiklerini, hayata hazırlandıklarını anlatıyor. Böyle bir eğitimin, doğal birer öğretmen olan anne ve babanın eğitim rollerini devre dışı bıraktığını söylüyor. Annelik ve babalık duygularından, sevgilerinden ve iletişim biçimlerinden mahrum bir eğitimin, kişiyi sevgisiz, merhametsiz ve acımasız yaptığını iddia ediyor.
Soyluların çocuklarını eğiten pedagogların/öğretmenlerin, resmi bir iktidar ortamının değerlerine bağlı olarak çocukları eğittiğini iddia ediyor. İktidar aktörlüğü için verilen ve alınan bir eğitim, doğası gereği merhametli olamaz, sevgi içermez, insanlık değerlerine uygun olamaz. İktidarı korumaya, ayakta tutmaya ve süreklileştirmeye yarar. Sınıf statüsünü korumaya ve güçlendirmeye yarar.
Devam edecek ….
Russel Bernard, Eğitim Üzerine, Çeviren Nail Bezel, Say Yayınları,
İstanbul 1999, ISBN 975-468-059-0