Muhayyel Maktullerin İkonası: Soykırım Metaforu

By | 13 Kasım 2011

Türkiye son kırk yıldır Ermeni soykırımı suçuyla itham edilmektedir. Yargılanmaktadır. Bu suçlamayı yapan ülkelerin ve güçlerin sayısı her yıl daha da artmaktadır. Türkiye suçlamaya karşı tarihi belgelere başvurarak bunun bir yalan olduğunu dünya kamuoyuna anlatmaya çalışmaktadır. Tarihi metinler ve arşiv belgeleri ile masumiyetini isbatlamaya çalışan bir mahkûm gibi davranmaktadır.  Bilhassa konu ABD’de her yıl Mart ve Nisan aylarında gündeme geldiğinde, tartışma lobicilik faaliyetleri, ABD ve Türkiye’nin stratejik ilişkileri kapsamında yeniden canlanmaktadır, tartışılmaktadır.

Öte taraftan soykırım yalanının yürütücüsü konumundaki Ermeni Diasporası,  Türkiye karşıtı güçlerle işbirliği içerisinde, Türklerin soykırım suçlusu olduklarına kesin bir inançla, propaganda yapmaya devam etmektedir. Bu güçler, Türkiye’nin soykırım suçuyla mahkûm edilmesi ile yetinmiyorlar. Aynı zamanda soykırıma inanmayanların yargılanması yolunu da birçok ülkede açmış bulunmaktadırlar. Diaspora Ermenileri, Ermeni soykırımı inancını inkâr etmenin, bir insanlık suçu olduğunu, birçok ülkenin mevzuatında yasal bir düzenleme haline getirmeyi başarmıştır. Diaspora Ermenileri bununla da yetinmiyorlar. Türk milletinin yaşayan bu günkü neslini katillerin çocukları, torunları ve işbirlikçileri olarak suçlamaktadır.

Bu yazıda, Türkiye’nin kendini savunmak için başvurduğu arşiv ve tarihi belge delilleri üstünde durmayacağım. Zaten bu manada çok sayıda araştırma kitabı hazırlanıp yayınlanmıştır. Konu bilim ve belgeyle alakalı olsaydı, Türkiye’ye inananlar olurdu. Ama görünen o ki Türkiye bu ithama karşı bir çözüm de bulmuş değildir. Anlaşılacağı gibi, tarihi metinlere inilerek soykırımın işlenip işlenmediğini tartışmayacağım. Bu konudaki tartışmalar için tarihi belgeler yeterince açık olsa bile, sonuçta yapılacak tarihi incelemelerde bilimsel bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bilimsel bir açıklamanın ve bulgunun bir inancı ortadan kaldırmaya yetmeyeceği  çeşitli sosyolojik ve antroplojik incelemelerde ortaya çıkarılmıştır.

Bundan dolayı, inanç ve dogma haline getirilen tarihi metaforlar ve temsiller için, tarihi belgelerin gerçek içeriklerinin fazla bir anlamı da yoktur. Ermeni diasporasının konu ile ilgili anlatımlarına bakılırsa, tarih onlar için yeniden yaratılan ve anlamlandırılan bir araçtır. Yani tarihi metinler, inancın meşruiyeti ve aklileştirilmesi için araç olarak işlem görmektedir.

Ermeni Diasporası, soykırıma uğramış bir halk olmayı, bir inanca dönüştürmüştür. Bu inancı pekiştirme yönündeki çalışmalarına devam etmektedir. Muhayyel ölü atalarının intikamını alamadıklarına inanıyorlar, buna yanıyorlar. Onlar Baudrillard’ın: “Ermeniler yaşadıklarını isbatlamak için öldüklerini isbatlamak zorundalar” şeklindeki ifadesinin, kendi durumlarını ortaya koyduklarına inanıyorlar.

Fransa’daki Diaspora Ermeni hareketlerinin liderlerinden P. Deveciyan atalarının öldürülmelerine inanmanın kendileri için ne kadar hayati bir önem taşıdığını şu şekilde anlatmaktadır: “Ben ne zaman torunuma baksam onun yaşındaki çocukların bir zamanlar sadece Ermeni olduğu için öldüğünü düşünüyorum. Bu her gün yaşanması imkânsız bir acıdır. Bu Yahudilerin yaşadığı travma gibi, çok büyük bir travmadır. Ben bir yüzyıl daha halımın altında kadavralarla yaşamak istemiyorum” (Temelkuran E., 2006) . Asala liderlerinden Avedikyan: “Soykırım demezsem aynada yüzümü göremem”(Temelkuran, E., 2006) demektedir. Bu anlatı, ölümleri propaganda malzemesi olarak kullanmanın ve bir nefreti tarihi/arkeolojik ikonalarla temellendirmenin, en çarpıcı örneklerinden birisidir. Muhayyel kitlesel kıyımın ikonlaşması olarak tanımlayabileceğimiz bir süreç var ortada. Tıpkı kiliselerde Hz. İsanın çarmıha gerilme sahnesinin sürekli gösterimde tutulması ve ikonlaşması gibi bir durum.

Öldürülme, cinayet, zulüm ve işkence görmüşlük üstüne kurulu bir propagandanın, bir varoluş biçimi olarak algılanması ve kabul edilmesi gibi bir sorunla karşı karşıyayız. Bu ifadeler, cinayet mağduriyeti ve soykırım miti, üstüne kurulmuş bir propagandanın Diaspora için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Ermeniler ataları gerçekten öldürüldükleri için mi? Maktul ata metaforlarına sığınıyorlar. Yoksa soykırıma uğramışlık inancı onlar için başka bir değer mi? Taşımaktadır. Bu konuya açıklık getirmek için soykırıma uğrayan halkız, demekle neyi kast ettiklerine bakmak gerekir.  Soykırıma uğradık demekle birlikte, Türkleri suçladıkları açıktır. Soykırıma uğramışlığa inanma bir nefreti, bir kini beslemektedir. İntikam alma duygusunu, projesini ve hesaplarını beslemektedir. O halde soykırıma uğramışlık inancı onlar için, aynı zamanda başka bir millete karşı önyargılı olma anlamına gelmektedir. Onlar için soykırıma inanma bir hesaplaşmayı gündeme getirmektedir. Bundan dolayı olsa gerek, Ermenilerin Azeri Türklerine uyguladığı soykırımı Azeri düşünür Cemil Hesenli(Hesenli C., 1997:73), Müslüman toplumlardaki kerbela faciasına, Batı toplumlarında ise 1572’de Paris’te Katolikler tarafından üç bin kişinin bir gecede kıyımdan geçirilmesi olaylarına benzeterek anlatmaktadır.

Ermenilerin gerçekten soykırıma uğrayıp uğramadıkları tarihi belgelerle açıklığa kavuşacak bir konudur. Bu konuda birçok tarihi belge soykırımın olmadığını ortaya koysa da Ermeniler yine de soykırıma uğradıklarına inanmak zorunda olduklarını belirtiyorlar. Yukarıda belirtmiştik: Konu gerçekten bir soykırımın gerçekleşmiş olması değildir. Sorun her türlü bilgi ve belgeye rağmen Ermenilerin kendilerini soykırıma uğramış bir halk olarak görmelerinde yatmaktadır.  Bir manada Ermeniler var olmalarını soykırıma uğramışlığa inanmaya borçlu olduklarını anlatmaya çalışıyorlar. Durum böyle olunca, ortada bir inancın meşruiyetini ve bir nefretin doğallığını göstermek için etkili propaganda ile kendini var etmeye ve güçlendirmeye çalışan bir etnik kimlikle karşı karşıya bulunmaktayız.

Bu figürle Ermeniler, farklı siyasi coğrafyalara dağılmış olan ırkdaşlarını ortak bir inanç etrafında toparlamaya, korumaya ve ayakta tutmaya çalışılmaktadır. Osmanlı devleti döneminde mağduriyet ve mazlumiyet figürleri, Türk karşıtı propaganda da kullanılmaktaydı. Ancak soykırım miti bu dönemde, henüz kullanıma sokulmamıştı. Soykırıma uğramışlık inancının oluşturulması ve bunun dolaşıma sokulması yaygın olarak 1970’lerden sonra gerçekleşmiştir. Her iki durumda da -yani soykırımsız mazlumiyet ikonası ve soykırımlı mazlumiyet ikonası- dağınık yaşayan Ermenilerin ortak bir siyasi etnik kimlikte buluşturulması amaçlanmıştı.  Ancak bu etnik kimlik belli bir coğrafyada yaşayan ve kendini ifade eden bir kimlik de değildir. Küresel çapta, küresel bir güç olarak ve küresel yönlendirme, manipülasyon aygıtları ve güçleri ile kendini ifade eden, anlatan bir kimliktir.

Ermenilerin Türk karşıtı propaganda ile kendilerini siyasi ve ideolojik olarak var etmeye, inşaya ve güçlendirmeye çalışmaları çabalarını, iki ayrı dönemi esas alarak tahlil etmek gerekir. Birincisi Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadarki Osmanlı devleti dönemidir. İkincisi ise 1973’ten sonra Türk diplomatların öldürülmesi ile birlikte Diaspora tarafından ileri sürülen ve kısa bir zaman içinde bütün Ermenilerce benimsendiği anlaşılan soykırıma uğramışlık figürünün yoğun olarak işlendiği dönem.

Osmanlı devleti döneminde siyasi ve ideolojik Ermeni propagandası, mağduriyet, hak gaspı, eşitsiz tutulma ve hürriyetten yoksun bırakılma imajlarını, Batı ülkelerinde propaganda malzemesi olarak kullanıyordu. Batı toplumlarının bilinçaltında yatan barbar Türk imajı onların işini kolaylaştırıyordu. Ermeni siyasi ve ideolojik propagandası bilindiği gibi, 1915’ten sonra başlamadı. Bu mağduriyet propagandası çok önceleri vardı. Propaganda bugün iddia edildiği gibi 1915 olaylarını söylemleştirmeden çok önce şekillenmiştir. 1915 olayları Ermeni propagandasına sadece yeni ikonlar ve göstergeler eklemiştir. Soykırım metaforu, 1973 de, Asala tarafından başlatılan terörist saldırılarla birlikte, Ermeni siyasi ve ideolojik propagandasının en önemli figürü olmaya başlamıştır.

Osmanlı devleti döneminde, Ermeniler Türk karşıtlığı imajı ile bütün Ermenileri ortak bir etnik siyasi kimlikte bütünleştirmeye çalışıyorlardı. Ancak bunun gerçekleşmesi için, siyasallaşmış etnik bir Ermeni kimliğinin bütün Ermeniler tarafından benimsenmesi gerekirdi. Fakat böyle bir kimliğin edinimi için önemli engeller vardı. Ermeni halkında Osmanlı döneminde cemaat kimliği olarak tanımlayabileceğimiz,  bir dini kimliğin mevcut olduğu, bu kimliğin geleneksel ilişkilerle kurumsallaştığı ve yaşandığı bilinmektedir. Bu dini kökenli cemaat kimliği,  bu gün söylenen ve yaygın olarak kullanılan etnik kimlik deyimi anlamını ise tam olarak içermez. Kısaca şöyle belirtelim etnik kimlik özünde bir karşı-kimlik bilinciyle içkindir. Oysa dini cemaat kimliğinde karşı-kimlik olma durumu yoktur.

Ermenilerde bir ideolojik siyasi etnik merkezcilik bilincinin uyandırılması gerekiyordu.  Etnik merkezcilik bilinci kendi içinde ayırımcılığı, kendi grubunu diğer gruplardan üstün görmeyi, kendi kimliğini ayrıştıran değer yargılarını, inançları ve yaşam biçimlerini başka gruplarınkinden üstün görmeyi öngörür. Böyle bir önyargı ile etnik kimlik oluşturulmaya çalışılır. Kendini diğer gruplardan üstün görme ve onlar tarafından sömürüldüğüne inanma çoğu kere fiili gerçeklikle alakalı değildir. Öğrenme, uyarılma ve propaganda ile etnik bilinç oluşturulur( Hogg M.A ve Vaugan G., 2007:435).

Siyasi, ideolojik ve etnik Ermeni hareketler, Osmanlı devleti döneminde Ermeni cemaat, fiili olarak mağdur olduğundan dolayı değil, Türk ve Müslüman karşıtı bir propaganda ile etnik bir siyasi kimlik inşa etmenin kolay olacağını varsaydıklarından dolayı, mağduriyet, mazlumiyet metaforlarını propaganda malzemesi olarak ikonlaştırdılar.  Çünkü Hıristiyan olarak Müslümanlardan zulüm görmüş olma imajı, dönemin emperyalist Hıristiyan ülkelerin desteği için çok önemli bir slogandır ve Avrupalılar için hayati bir sorundur.

Osmanlı devletinde mazlumiyet sloganıyla beslenen fanatik ermeni gruplar, Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise, soykırıma uğramış olma imajını, propagandanın merkezine yerleştirdiler.  Muhayyel maktullerle siyasal kimliklerine meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar.

Kaynaklar

Hesenli Cemil, “1918-ci İlin Yazı:Azerbaycan’da Ermeni Terörizmi ve Soykırım”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay. S.110, İstanbul Ekim 1997

Hogg, A. M. Ve Vaughan M.Graham, Sosyal Psikoloji, Çev. İbrahim Yıldız ve Aydın Gelmez, Ütopya

yay. Ankara 2007

Temelkuran, E., www. Milliyet.com.tr/2006/11/16/yazar/Temelkuran.html

duranhaci@gmail.com

Paylaş: