Necef’te Kutsal Taraftarlığın Ateistleri

By | 30 Mart 2017

Irak halkı, Irak’ın köklü dini kurumları, üniversiteleri ve kanaat önderleri; ABD işgali ve işgal sonrasında başlayan güdümlü vekalet savaşlarından kurtulmanın yollarını arıyor. Bu amaçla uluslararası düzeyde bilimsel toplantılar yapılıyor, çalıştaylar düzenleniyor.

Geçtiğimiz 4 Mart 2017 günü Necef’te bu amaçla uluslararası bir sempozyum düzenlendi. Toplantıyı Kufe Üniversitesi kapsamında faaliyette bulunan “Merkezu Dirasati Tahassusiye Beyne Havza ve Alcamia” adlı araştırma enstitüsü düzenlemişti. 

Toplantının konusu ise, “Grupsal Teröre ve Tekfirciliğe Karşı Ortak Sorumluluk” olarak belirlenmişti. Merkezin davetlisi olarak, sempozyuma; “ İlahi Söylemin Mütaasıp Gruplar ve Partizanlar Tarafından Sınırlandırılması ve Terör” adlı tebliğle katıldım.

Toplantının ilginç yönlerinden birisi konuyu tartışmak üzere, birçok Müslüman ülkeden Medrese geleneğinden yetişenler ile Üniversite geleneğinden uzmanlaşan kesimleri bir araya getirmiş olmasıydı. Türkiye’de bilindiği gibi Iraklıların Havza dedikleri medrese geleneği kurumsal olarak mevcut değildir. Ama Irak’ta müşahade edildiği kadarıyla medrese geleneği kurumsal gücünü ve eğitimini muhafaza etmektedir. Medrese ve Üniversite geleneklerinin, fanatizm, terör, grupsal ve partizan bağnazlıklar hakkında nasıl düşündüklerini ve konuyu hangi yöntemlerle ele aldıklarını müşahede etme imkanı da buldum.

Toplantıya Irak Milli Eğitim ve Bilim Bakanı Abdurrezak İsi katıldı, eğitim politikalarıyla fanatizme karşı bilinç uyandırma gereğinin önemini açıkladı. Konu hakkında geleneksel din kurumlarıyla üniversitelerin işbirliği yapmalarını arzu ettiğini belirtti. 

Şii din bürokrasisinin en önemli din adamlarından Ayetullah Beşir Necefi, oğlu aracılığıyla bir bildiri sundu. Şii ve Sünni vakıfları başkanları birer konuşma yaptı. Irak ve diğer Arap ülkelerinde konuyu bilimsel olarak inceleyen 90’nı aşkın medreseli ve üniversiteli bilim insanı birer tebliğ sundu.
Toplantıda sunulan tebliğlerin bir kısmının başlıkları muhteva hakkında önemli bilgiler içeriyor. 

Bundan dolayı terör, grupçuluk, cemaatçilik ve partizanlık uygulamalarının sonuçlarını acı bir şekilde yaşayan Irak aydınlarının, konu hakkındaki tezleri bana göre tecrübeye dayalı sonuçlardır. Bu bakımdan bazı tebliğlerin başlıkları genel hava hakkında fikir verebilir. Sunulan tebliğlerden bazıları şunlardı:
“Haricilerde Küfürle Toptan Suçlama Hastalığı”, “İslamda Hoşgörü ve Güven”, “Irak Üniversitelerinin Terörle Mücadeleki Rolü”, “Irak’ta ve İslam Ülkelerinde Tırmanan Ateizm, Deizm ve Dinsizlik Dalgası”, “Küfürle Suçlama Hastalığı ve Tedavisi”, “Küfürle Suçlamaya Karşı Orta Yol Programı”, “Küfürle Suçlama ve Deizm Arasındaki İlişki”, “Irak Üniversitelerinde Deizm ve Artan Dinsizlik”, “Küfürle Suçlamanın ve Dışlamanın Toplumdaki Tesiri”, “Küfürle Suçlama Olgusu ile Mücadele Yöntemleri”, “Yenilikçi İslami Hareketler ve Fanatizm”, “Bölünme, Farklılaşma ve Dışlama Mekanizmalarının İslam Toplumu Üzerindeki Etkisi”, “Medrese ve Üniversite Geleneklerinde Hoşgörü Düşüncesinin Karşılaştırılması”, “İslam Toplumunu Taşkınlığa ve Teröre Karşı Koruma Yolları”, “Medya, Şiddet, Terör ve Taşkınlık”, “Mezhep Farklılıkları ve Terör Krizi”, “ Dini Merci ve Cihat Fetvaları ve Bunların Irak Toplumunun Terörize Olması Üzerindeki Etkisi”

Ateizm; Kutsal Siyasete Tepkinin Yolu Olmuş



Görüldüğü gibi, konu küfürle suçlama, cemaatçilik ve terör olmakla birlikte, Irak’ta ateizm, deizm ve dinsizlik meselesi önemli bir konu haline gelmiş olmalı ki, bu mesele birçok tebliğde tartışıldı. Özellikle Basra Üniversitesi’nden gelen bilim insanları, Irak’ta dinsizliğin arttığını bilimsel verilerle açıklamaya çalıştı. 

Dr. Şakir Esad, dinsizliğin artma nedenlerini Irak’ın mevcut sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal ve dini şartlarını göz önünden bulundurarak açıklamaya çalıştı.
Konferans’ın başlamasından bir gün önce ben, diğer ülkelerden gelen katılımcılar ve Irak’tan gelen uzmanlar, toplu olarak Irak’ın Şii din bürokrasisi geleneğinin en önemli dini mercilerinden birisi olan Ayetullah Necefi’yi ziyaret etmiştik. Necefi’nin huzurunda da ateizm, deizm ve dinsizlik dalgasının artması en çok konuşulan konu oldu. 

Ayetullah Necefi, uluslararası düzeyde tanınırlığı olan bir din adamıdır.
Dünya ve bizler Irak’ta yaşanan terör, vekalet savaşları, dini şiddeti ve siyasi uzlaşmazlığı konuşurken, Iraklılar terörle ilgili bilimsel bir toplantının en çok tartışılan konusunu terör olmaktan çıkardı. Dinsizlik, politik çatışma ve rüşvet konularını öncelikli bir mesele haline getirdi.
Konferans ciddi çelişkileri bir arada görmemize neden oldu. Malum olduğu üzere konferansı Şii medrese geleneğine bağlı bir kurum düzenlemişti. 

Terör, tekfir, taassup ve grupsal kinleri sorgulamayı ve tahlil etmeyi amaçlayan bir uluslararası konferansın, grupsal siyasi kin ve tarihsel acıların güncelleştirilmesi imajlarıyla kurulan Şia mezhebinin ulemasının gündemine girmesi, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
Mesela, Daiş ve bazı selefici grupların kendileri dışında kalan Müslümanları küfürle suçlaması, modern grup dinamiği teorileri, partizan kışkırtıcılık ve emperyal propaganda destekleriyle açıklanabilir. 

Güncel çıkarların dini metinlerle ve tarihsel metaforlarla temellendirilmesi konusunda daha önce çok sayıda yazı yazdım. Bu girişimler bilindiği gibi aynı zamanda evrensel olan mukaddes değerleri, inançları, bağlılıkları, iletişim ağlarını ve saygınlıkları da yapıbozumuna uğratmaktadır. Onları anlaşılmaz kılmaya çalışmaktadır.
Ancak Bilindiği gibi, İslam tarihinin erken dönemlerinden itibaren tamamen siyasal çatışmalardan dolayı ortaya çıkan Şiilik mezhebinin fanatik grupları; başından itibaren, Şİİ olmayan Müslümanları Yezidlikle suçlamışlardır. Kendilerinden olmayanları ve kendileri gibi olayları değerlendirmeyenleri Yezidlikle itham etmek, aslında küfürle itham etmeye eşdeğer bir suçlamadır. Bu suçlamaya bağlı olarak temelleri atılan Şia ulemasının, grupsal fanatizmi, şiddeti, dışlamayı ve partizan tekfiri sorgulaması, aslında aynı zamanda Şiiliğin tarihsel metaforlarını da sorgulanır duruma getirmektedir.

Özellikle Daiş ve benzeri “Selefici gruplar”ın ayrıştırıcı, kışkırtıcı ve tekfir edici bir dil kullanmalarını ve bir söylem inşa etmelerini sorgulayan tebliğcilerle birebir görüşmeler yaptım. Bu tebliğleri sunanlar arasında Şii olanlar çoğunluktaydı. Dinleyiciler arasında da medrese geleneğinden gelen çok sayıda Şii ulema vardı. Bunlara, siz Daiş’i ve “Selefici” grupları tenkid ederken, kendi inançlarınızın kökenlerini de sorgulanır duruma getiriyorsunuz, diye sordum. Grupsal ve Partizan aidiyetlerin ve bağlılıkların İlahi naslarla temellendirilmeye çalışılmasını önce Şia başlattı, dedim. Zaten Şia kavramının da “kutsal taraftarlık”, demek olduğunu söyledim.
Eleştirilerimi oldukça mantıklı bulduklarını söylediler. Haklı olduğumu belirtenler oldu. Ancak bu sorularımı inanç geleneği bakımından tehlikeli çıkışlar olara, değerlendirme eğilimi gösterenler de oldu. Allah’ın kelamının yani nasların; grupsal aidiyetlere, partizan bağlılıklara ve sosyal ağlara tahsis edilmesi meselesi, ister istemez bu değerleri din olarak görenleri rıhatsız edecektir. Konu hakkında benimle ayrıntılı konuşma ihtiyacı duyan üniversite öğretim üyeleri de oldu. Tartışmayı tahmin edileceği gibi sonuçlandırmadık. Ama Irak toplumunda bu konu birçok fanatik “Şiici”, “Selefici” ve “ Sünnici” grubun dini vaazlarla ve söylemlerle inşa edilen gücünü ve siyasi otoritesini de sorgulanır duruma getirdi. Hatta Ayetullah Necefi’nin bir gün önce bizlerle yaptığı sohbette, “Peygamber (as)’ın Şii olmadığını sadece Müslüman olduğunu ve İslam’ı tebliğ ettiğini” söylediğini de muhataplarıma hatırlattım.
Anlaşılan Daiş gibi; modern grupsal dinamikler, sosyal ağlar ve şartlandırma programlarıyla kurulan terörist grupların nefreti, tarihsel metaforların inşa ettiği nefretleri de tartışmaya açıyor. Sonuç olarak şunu belirteyim ki, küresel imajlara ve uluslararası dengelere bağlı olarak tartışılan ve savaş alanına dönüştürülen Irak topraklarında; söylemler, ideolojiler, dini içerikli örgütsel bağlılıklar tabanda çok daha ilginç müzakere ve münakaşa alanları inşa ediyor. Yüzeyde siyasi aktörlerin çatışmaları, katliamları, yolsuzlukları ve partizan tutumları gündem olurken, tabanda felsefi düzeyde dini ve itikadi tartışma alanları ortaya çıkıyor.

Paylaş: