Batı’nın Suriye rejimi ile karşı karşıya kalması, Ortadoğu Hıristiyanlarının kaderi ile ilgili olarak Hıristiyan ruhani liderleri korkutmaktadır. Kaos veya bölünme veyahut fanatiklerin yönetimi tamamen ele geçirmesi, her türlü seçenek, Hıristiyanların kaderini yakın bir tehlike içinde bırakmaktadır. Bu topluluğun geleceği her durumda endişe vericidir. Çünkü karar organlarının kulisleri hiç güven vermiyor. Sadece hatırlatmak için söylüyorum; büyük başkentler kendi çıkarlarını düşünüyorlar, bölge halklarının bunlar karşısında ne bedeller ödeyeceklerini hiç hesaba katmıyorlar, tıpkı atasözünde olduğu gibi: Fil bir bahçeye girdiğinde bedeli ilk ödeyen çimenlerdir.
Ortadoğu’da dini azınlıkların(Ortadoğu Hıristiyanları) endişelenmesinin temel nedeni; büyük devletlerin başkentlerinde Arap ülkelerinin geleceği konusunda, kendi çıkarları için, İslamcılarla işbirliği yapma siyasetini izlemeleridir.Hatırlayalım, Amerikan başkanı Barak Obama farklı bir seçim kampanyası yürüterek kazandı. Demokrat parti başkan adayları arasında altıncı sıradayken, hızlı bir şekilde Hillary Clinton’ın önüne geçti. O gün çok garip bir şekilde ona verilen mali destekler O’nu diğer adayların önüne çıkardı ve O’na ABD başkanlığı adaylığı yolunu açtı.
O gün İslami köklerini dillendiren bu başkan adayı, Başkanlığının başlangıcından itibaren, Ortadoğu ve İslam âlemi üzerinde durdu, bu amaçla ziyaret ettiği ilk İslam ülkesi olan Türkiye’de, Türkiye’nin Amerika’nın arzu ettiği şekilde Ilımlı İslam’ın örneği olduğunu ve bu örneğin yaygınlaştırılması gerektiğini söyledi. Hatta Mısır o zamanlar ülkesini ziyaret eden ve Ezher’de Ilımlı İslam’ı savunan Başkan Obama’nın, bu önerisinden büyük rahatsızlık duyduğunu, belirtti.
Birçok kimse, Washington’daki karar organlarının, Amerika’nın İslam ve Arap âlemleri ile ilişkilerinin keyfiyeti hakkında yaptıkları araştırmalarda, bölge halklarının Amerika’ya karşı olan önyargılarının mevcut rejimlerden kaynaklandığını, ABD’nin mevcut rejimleri dayattığını, söz konusu rejimlerin kaldırılması ve yerine İslami bir rejimin inşa edilmesinin ABD ile bölge halkları arasındaki yardımlaşmayı ve dayanışmayı sağlayacağını bulguladıklarına, inanmaktadır.
Bölge’de İslamcıları öne çıkarmayı hedefleyen bu ABD kuruluşları, Obama’nın seçim kampanyasını cömertçe destekledi. Bu mali desteklerden zenciler ve İslami kuruluşlar da yararlandı. Bu mali destekler, ABD liderliğinin yeni politikayı devreye koymasını kolaylaştırdı. Başkan Obama’nın o tarihlerde Türkiye’ye yaptığı ziyaret bu bakımdan anlamlıdır. Bu politika yapıcılarının mantığına bakılırsa, İslamcıların hızlı bir şekilde yönetime gelmesi, ABD’yi rahatsız etmez, Türkiye’nin bölge’de ABD’nin bir dostu olarak yükselmesi ve etkinliğini devam ettirmesi ABD’nin çıkarınadır.
ABD’de bu araştırmaları yapan kuruluşlardan birisinin hazırladığı rapora göre, Ilımlı İslamcıların bölgedeki fiili varlığı ABD için bir tehlike teşkil etmiyor. Mesela Mağrip’te(Kuzey Afrika) biri biriyle çekişen dört tane farklı İslamcı akım var. Bundan dolayı hatırlatmaya bile gerek yok, Tunus’ta ve Libya’da İslami gruplar arasında fırtınayı andıran çekişmeler olmakta, bu çekişmelerin bir kısmı şiddetli çatışmalara dönüşmüş bulunmaktadır. Mısır yine öyledir, İslamcılarla Ordu arasındaki ihtilafı bir yana bırakın, daha da ötesi çok sayıda İslami akım var, bunların da hiç birisi bir diğeriyle uyumlu değil, hepsi çekişiyorlar.
Bu araştırmalara göre, bölgedeki durum kendi kendini ele vermektedir. Çünkü sonuçta bu çekişmeler hiçbir iktidarı ortaya çıkarmayacaktır. Fakat bu araştırmalar başka bir şeyi daha ortaya çıkarmaktadır: O da bölgede her hangi bir ülkenin sınırında meydana gelecek bir değişme ABD için tehlikelidir. Yani ABD’nin çıkarları için mevcut çekişmeler kendi başına yeterlidir, başka bir şey yapmasına gerek yoktur.
İslamcıların mevcut çekişmeler ve çatışmalar altında iktidara gelmesi, Arap toplumunu çekişme, kaos ve bölünme süreci içinde tutacaktır.
Öte taraftan ABD kuruluşlarının hazırladıkları bu raporları dikkatli bir şekilde okuyan Hıristiyan bir ruhani lider, Vatikan’ın bu projenin barındırdığı tehlikelerden dolayı, ciddi manada rahatsız olduğunu söylemektedir. Irak Hıristiyanlarının şiddet eğilimli aşırı İslamcı gruplarca tehdit edilmiş olması ve en iyimser rakamlarla nüfuslarının yüzde birin altına düşmüş olması bu tehlikenin açık bir örneğidir, denilmektedir. Bu durum aynı zamanda Mısır Hıristiyanlarını da korkuya düşürmektedir. İslamcılarla ordu arasında mevcut olan duruma rağmen bu korku var. Bu bakış açısına göre Suriye’de de aynı oyun sahnelenmektedir. İşte bölge Hıristiyanlarının yüzleştikleri bu durum; Vatikan’ı ve ruhani kurumları endişelendirmektedir.
Bölge Hıristiyanlarının durumunu, sürekli mezhep çatışması içinde olan gruplardan birisi ile bağlantılı olarak algılamak büyük hata olur. Mesela Irak’ta Hıristiyanlar, mevcut rejim yürürlükte kaldığı müddetçe iktidarla birlikte oldular, Tarık Aziz’in sonuna kadar Saddam’la birlikte hareket etmesi, bunun açık bir delilidir. Hıristiyanlar suni rejime bağlı olarak davrandılar, buna rağmen çok ağır bedeller ödediler, bu onların hepsinin ülkeyi terk etmesine kadar uzandı.
Bu karmaşık ve rahatsız edici resme bakılırsa, Totaliter rejimlere karşı, Demokratik devrimden bahsedenlerin beklentilerinin aksine, Hıristiyan topluğunun korkusu, asla basit ve naif bir korku değildir. Dışı demokratik görünen bu devrimlerin arka planında ise korku ve dehşet bulunmaktadır. Bundan dolayı oyun hiçte göründüğü gibi değildir, Arap baharı demokrasiden gittikçe uzaklaşmaktadır.
Öyle Lübnan’da politikacılar ve basın mensupları arasında yasadışı silahlar konusunda yaşanan tartışmalar gibi de değildir. Durum siyasi kulislerin ötesine uzanmaktadır. Devrim ve demokrasi beklentisi altında olup bitenler, işin gerçeğine bakılırsa, ölüm kalım savaşından başka bir şey değildir. Bütün bu ölümler, Amerikan iştahının kendi huzurunu sağlamlaştırmak, bölgedeki mevcut çıkarlarını iyileştirmek ve güvence altına almak için, İslamcıların iktidarı ele geçirme sürecine verdiği destekle birlikte gerçekleşmektedir.
İşin daha da kötüsü, bu İslamcı akımların İktidarı ele geçirmeleri karşılığında Waşington’un siyasi (İsrail’in güvenliği) ve iktisadi(Petrol ve sermaye kaynakları) çıkarlarını koruma fikrini paylaşacaklarına kim inanabilir ki? Bütün bunlar olurken kurbanların/ölümlerin bedelinin ne kadar ağır olacağını ise kimse hesaplamıyor.
Tercüme: Hacı Duran
Johnny Muneer
21 Eylül 2011 Çarşamba
Ed-Diyar Gazetesi
Lübnan