Fazilet partisinin kapatılması ile birlikte hatırlanacağı gibi parti kadroları, Ak parti ve Saadet partisi olarak ikiye bölündü. Akabinde Ak Parti ezici bir halk desteği ile 3 Kasım 2002 de iktidara geldi. Ak Parti’nin arkasına aldığı halk desteğinden sonra, Milli Görüş hareketinin kurucu lideri Necmettin Erbakan Hoca’nın dolaylı liderliğinde siyaset yapan Saadet partisinin siyaseten ömrünü tükettiğine o tarihten beri inananlardan birisiyim.
Bu kanaatimin temel nedeni de, Ak Parti’nin kurucu kadrolarının Erbakan Hoca’nın talebeleri ve kurmaylarından oluşmasıdır. Erbakan’ın başaramadığını onlar başarmıştı. Hiç muhalefet olmadan iktidara gelmişlerdi. Milli görüş ve diğer muhafazakâr grupların özlemini çektikleri Türkiye’yi yönetme, kalkındırma, rüşvetten arındırma, şeffaflaştırma, geliştirme ve lider ülke yapma sorumluluğunu kucaklarında bulmuşlardı. Bundan dolayı, Milli görüş çizgisinin temsilcisi sıfatı ile siyaset yapmaya devam eden Saadet partisinin siyasi manevra alanı Ak parti ile birlikte fiilen kapanmıştı. Çünkü Milli görüş çizgisinin bürokrasideki, iş çevrelerindeki ve basın camiasındaki uzantıları artık Türkiye’yi doğrudan yönetiyorlardı. Saadet partisine söylem düzeyinde de olsa fikir verecek hiç kimse kalmamıştı.
Ancak 3 Kasım 2002 den bu yana Saadet partisi, yine de Erbakan Hoca’ya sadakat ve vefa gösterenlerin partisi olarak siyaset yapmaya devam etti. Son günlerde vefalılar, sadıklar ve Ak saçlı parti oligarklarının partisi durumundaki Saadet partisi, yeni bir parçalanma ve bölünme sürecine girdi. Numan Kurtulmuş’un saldırıya uğraması, partinin kayyuma devredilmesi ve akabinde Kurtulmuş’un partiden ekibi ile birlikte Erbakan Hoca ve bağlılarına meydan okuyarak ayrılması, yetmişlerin söylemiyle inşa edilen milli görüş hareketini yeniden tartışmaya açtı. Numan Kurtulmuş ile Ak saçlılar denilen grup arasında meydana gelen tartışmalarda kimin haklı ya da haksız olduğu konusunda bir değerlendirme yapmayacağım. Erbakan Hoca’nın bu süreçte Partiden ayrılan grup hakkında kullandığı ifade üzerinde duracağım. Bu süreçte Erbakan Hoca’nın söylediği şu son açıklama üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Hoca; “Sürüden ayrılanı kurt kapar, sırat-ı müstakimden şaşmamak esastır. Diğer partilere benzeyip heves etmek adım adım helake götürür.” Demektedir.
Erbakan Hoca dikkat edilirse yukarıdaki ifadeleriyle, milli görüş mensuplarını sürüye benzetmektedir. Onları kendilerine ait fikirleri, tercihleri, amaçları, beklentileri, arzuları ve duruşları olan kişiler olarak görmüyor. Ardından söz konusu sürüye aidiyeti ise sırat-ı müstakimde olmayla özdeşleştirmektedir. Sırat-ı müstakim, dini bir ifadedir. Fatiha suresinde geçmektedir. Allah’ın kendisine nimet verdiği peygamberlerin, nebilerin, Allah dostlarının, muttakilerin, ihlâslı samimi müminlerin yolu ve çizgisi demektir. Hoca’nın bu ifadesi aynı zamanda Peygamberlere, nebilere ve Allah dostlarına inananları da onların sürüleri olarak görmek demektir.
Erbakan hoca’nın bu ifadeleri yukarıdaki anlam düşünüldüğünde, hem itikadı olarak hem de siyasi olarak bizi önemli açmazlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Önce itikadı mesele üstünde duracağım. Peygamberimiz (a.s) ile ashabı arasındaki ilişki bir çoban ve sürü ilişkisi değildir. Lider ve taraftar ilişkisi de değildir. Allah’ın varlığına, birliğine, tekliğine ve Hz. Muhammed (a.s)’ın O’nun elçisi olduğuna inanma ve bu inanç ölçüsünce bağlanma ilişkisidir. Kur’an-ı kerimde Resul-ı ekreme inananlar, O’nun sürüsü değil, sahabesi yani arkadaşı ve yoldaşı olarak tanımlanmaktadır. Sevgili Peygamberimiz, dava arkadaşlarına hiçbir zaman bana bağlı olanlar, benim itaatçilerim ya da sürülerim diye hitap etmemiştir. O kutlu insanlara; arkadaşlarım, yoldaşlarım yani ashabım diye hitap etmiştir. Bir hadis-i şerifte sevgili peygamberimiz (a.s) “Müslümanlara hitaben, Hepiniz çobansınız hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz” demektedir. Dikkat edilirse Müslümanlar sorumluluk makamında olan çobanlar olarak görülmektedir. Daha sonraki dini kaynaklarımızın hepsinde de sevgili Peygamberimize sağlığında inananlar ve onunla birlikte bulunan kutlu insanlar için, O’nun arkadaşları, yoldaşları yani ashabı deyimi kullanılmıştır. Maalesef Hoca kendine vefa gösteren saadet partilileri kendi liderliğindeki sürü olarak görmüştür.
İkinci olarak Hoca’nın ifadelerinde dini bir toplumsal süreç, bağlılık, ilişki veya etkileşim politik bir ilişkiye benzeştirilmiştir. Benzer bir ilişki biçiminin ilk örneklerini Hz. Ali’nin kendi taraftarlarına hitaben söylediği ey Şiilerim, yani taraftarlarım sözünde de bulmaktayız. Bu ifade bilindiği gibi Müslümanları önce siyasi olarak böldü. Sonra da itikadı olarak Sünni ve Şii diye parçaladı. Yani siyasi ve politik bir çekişmenin dini bir anlamla ilişkilendirilmesi tecrübesini Müslümanlar çok önceleri acı bir şekilde yaşadı. Etkileri günümüze kadar devam etti. Erbakan hoca ile Ak parti kurmayları ve Numan Kurtulmuş ekibi arasında meydana gelen uzlaşmazlıklar siyasi uzlaşmazlıklardır. Dini uzlaşmazlıklar değildir. Ama Hoca ısrarla uzlaşmazlığa dini bir muhteva kazandırmaya çalışmaktadır. Kendi liderliğine ve parti oligarşisine karşı gelenleri ve söz konusu vefalılar, sadıklar oligarşisinden ayrılanları dini bir dille sapkınlar olarak suçlayabilmektedir.
Siyasi hareketler doğaları gereği dünyevi mevkileri, makamları, fırsatları ve imkânları niyet ne kadar halis olursa olsun mensuplarına sunarlar. Bundan dolayı politik makamların insanları doğru yoldan saptırma ihtimali çok yüksektir. Politik ve bürokratik makamlar dinibütün Müslümanlar için aslında ateşten gömlektir. İnsanları şımartır. Gururlandırır, Sui zanda bulunmayı besler. Siyasi ve politik oluşumlar birçok yönü ile iktisadi oluşumlar gibidir. İktisadi oluşumlar ve girişimler doğrudan maddi kazanca yönelirler. Siyasi girişimler ise dünyevi şöhretlerle yüklüdürler. Maddi bir kazancın kullanım değeri sahibine göre değişir. Maddi kazancın kendisi bizatihi din değildir. Zekât ve sadaka gibi, dini bir amaçla harcanınca tezkiye edilir ve dini bir değer edinir. Siyasi ve politik gruplarda böyledir. Kendileri bizatihi dini değildir. Dini ve manevi değerlere göre, yani hak adalet ve umumi fayda ilkeleri gözetilerek siyasi güç kullanıldığında, dini manada beklenen fayda sağlanmış olur.
Erbakan Hoca 50 yılı aşkın bir zamandır siyasette mücadele etmektedir. Bu süre içinde birçok grupla ve kişi ile uzlaştı. Birlikte parti kurdu. Seçim meydanlarında mücadele etti. Kurduğu partiler kapatıldı. Arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı. Başlangıçta kendisi ile birlikte olan birçok cemaat ve dini hassasiyetleri olan kimseler daha sonra ayrıldı. Başka partilere geçti. Kendisi siyasi hayatında hiç tahmin etmediği partilerle uzlaştı, koalisyon hükümetleri kurdu. Yaşananlardan ibret alması gerekenlerin başında gelmektedir. Ancak her nedense hiçte ibret almış görüntüsü vermiyor. Partisini ve kendisine sadık kalan ak saçlı parti oligarklarını sırat-ı müstakim’in kendisi olarak görmeye ve bu zaviyeden propaganda yapmaya devam ediyor.