Fetullahçılık Fethullah Gülen’den Ayrışıyor

By | 26 Mart 2011

Türkiye’de çok sayıda dini cemaatin, yani dini grubun olduğu bilinmektedir. Bu gruplan görüntüleri ve mesajları özünde dini bir duygu taşısa da, zaman zaman ticari ve politik mesajlar da verebiliyorlar.

Dini cemaatler, yapıları ve amaçlan bakımından dini bir inancı, duyguyu ve değeri coşkulu ve etkili bir şekilde yasamak için kurulurlar. Müminler ve dini bütün insanlar dini coşku ve manevi heyecanı başkalarıyla paylaşmakla daha etkili bir şekilde yaşarlar. Bundan dolayı cemaate katılırlar. İslam dininde, dini bir cemaate katılma, dini bir vücubiyetten kaynaklanmaz. Ancak bazı dinlerde, özellikle Hristiyanlıkta dini cemaate katılma dine inanmanın en önemli şartı kabul edilir. Kilisenin ve papazların ilahi sıfatlar ve yetkilerle donatılması bundan dolayıdır.

Türkiye’de çok sayıda dini cemaatin, yani dini grubun olduğu bilinmektedir. Bu grupların görüşleri ve mesajları özünde dini bir duygu taşısa da zaman zaman ticari ve politik mesajlar da verebiliyorlar. Dini bir coşkuyu yaşamak için gruba katılan mümin bu sapmalardan dolayı politik ve ekonomik bir amaca dolaylı olarak hizmet eder duruma gelebilmektedir.

Bu duruma dair örnekler Müslümanlar arası siyasi tartışmalarda ve iktidar çatışmalarında her zaman mevcut olmuştur. İslam tarihinin ilk dönemlerinde Şii gruplarda, Haricilerde ve Emevi saltanatını meşrulaştıran kaderci gruplarda, dini coşkuyu siyasi bir değere ve iktisadi bir çıkara dönüştüren müfrit gruplar, mezhepler ve meşrepler ortaya çıkmıştır. Moğol istilası döneminde ve Haçlı saldırıları karşısında, dini grupsal değerleri amaçlarından saptıran müfrit gruplar yine ortaya çıkmıştır. Bunların üzerinde de durmak gerekir.

Ancak Batı sömürgeciliği döneminden itibaren, Müslümanların kurduğu dini cemaatler çeşitli şekillerde casusların barındığı toplumsal birimlere zaman zaman dönüşmüşlerdir. Arabistanda ortaya çıkan Vahabi gruplar, Muhammed Abduh ve Cemaleddin Efgani çevresinde oluşan zahiri gruplar, İngiliz casusları için önemli faaliyet alanları olmuştur. Bu manada İran ve Hindistan’da ortaya çıkan Bahai, Kadiyani, İsmaili vb. gruplarda da Batılı casuslar etkili faaliyetlerde bulunmuştur.

Türkiye’de ise İstiklal savaşında dini cemaatlerin büyük çoğunluğu, anti-emperyalist duruşlarını sonuna kadar korudular. Cihat hareketine katıldılar. Bulundukları bölgelerde işgalcilere karşı savaştılar. Türkiye’nin dini cemaatleri bu bakımdan diğer ülkelerdeki dini cemaatlere benzemezler. Zaten çoğu kere siyaset dışı kalmışlardır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ise ev ortamlarında dini faaliyetlerde bulundular. Siyasi angajmanlara çoğunlukla girmediler.

Son zamanlarda Türkiye’deki dini cemaatler arasında siyasi ve ekonomik faaliyetlerde bulunanlar ortaya çıktı. Bu durum cemaati dini değerlere yabancılaştırmaktadır. Onları kendi amaçlarından saptırmaktadır. Cemaatlerin iktidar ve zenginlik peşinde koşmaları; Amerikan Protestanlarının sekülerleşmesine benzemektedir. Bir çeşit yabancılaşma yaşanmaktadır.

Bürokratik siyasi gruplar, resmi ve gayrı resmi gizli örgütler ve çok uluslu casusluk organizasyonları da zaman zaman yukarıda söylediğim gibi, dini cemaatleri kendi özgün amaçlarından saptırabilmektedir.

Hanifi Avcı’nın kitabında suçladığı Gülen cemaati özü itibarıyla Risale-i nur çizgisinde faaliyet yürüten bir cemaattir. Cemaat özellikle eğitim alanında uluslararası düzeyde önemli başarılar elde etmiştir. Benim cemaat-siyaset ve cemaat-bürokrasi ilişkileri konusunda tereddüt ettiğim bazı hususlar var. Acaba gizli bürokratik oluşumlar ve siyasetçiler mi cemaati kullanıyor? Cemaat mi gizli bürokratik oluşumları kullanıyor? Burası, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.

Cemaatle bir tüzel kişilik değildir. Kimin cemaatlere girip çıktığına dair, kayıtlar da yoktur. Dini cemaatler organik olarak tanımlanmış açık bir yapı görünümünde de değiller. Bu özellikleri ile her türden casusların şu ya da bu şekilde girip çıktığı alanlar olabiliyorlar. Mesela Hanefi Avcı, daha önceleri bu cemaatle sıkı ilişkileri olan bir bürokrat olarak bilinirdi. Ancak şimdi ortaya çıkan duruma bakılırsa işin farklı olduğu anlaşılmaktadır. Aynı durum cemaat adına emniyet içinde faaliyet yürüttüğü söylenen gruplar için de geçerlidir. Onlar da bilmediğimiz gizli bir bürokratik oluşumun parçaları olarak, Gülen cemaati maskesi kullanan kimseler olabilirler.

Bürokratik ilişkilerin yapısına ve bürokratlar üzerinde yapılan incelemelere bakıldığında böyle bir ihtimal her zaman vardır. Gizlilik bürokrasiye sinince, kimin elinin kimin cebinde olduğu anlaşılmaz. Bürokratlar siyasi iktidara göre, güç kaynaklarına bağlı olarak renk değiştirirler, taraf değiştirirler.

Bugün Gülen cemaati; söylemiyle, eğitim alanındaki faaliyetleriyle, Dünya genelindeki imajı ile büyük bir güçtür. Bu gücün kartvizitini kullanan gruplar, her yerde ortaya çıkabilir. Dolayısıyla Avcı’nın kitabında sözünü ettiği grupların gerçekten cemaatle organik bağları olan kimseler olduğunu iddia etmek zordur. Ben tam terini düşünüyorum. Bürokrasideki kimi çıkar grupları cemaatlerin kartvizitlerini kullanıyorlar. Gizli faaliyetler için belge göstermek zordur.

Ancak eski Marksist, Neo-Marksist, bölücü, yeni liberal ve ateist bazı yazarlar günümüzde Gülen cemaati kartvizitini kullanabiliyorlar. Bu insanların cemaat mensupları ile dini bir coşkuyu birlikte yaşadıklarını sanmıyorum. Avcı uzun bir süre Gülen cemaatinin kartvizitini kullandı. Şu anda Avcı hakkında olumsuz düşünenler de aynen onun yaptığı gibi cemaatin kartvizitini kullanıyor.

Bence asıl üzerinde durulması gereken konu; Türk bürokrasisinin kanunlara bağlı olarak çalışmayı bırakmasıdır, çalışmamasıdır; kendine siyasi ve ideolojik maskeler aramasıdır.

Bu yazı Baran Degisi’nin 194.sayısında, 30 Eylül 2010’da yayınlanmıştır.