Akademinin Gölgesinde Psikolojik Şiddet

By | 9 Nisan 2010

Sorgulama teknikleri, sorgulamada şiddet ve taciz dendiğinde insanların aklına darbe, faşizm, terör ve casusluk filmleri gelir. Çünkü darbeciler, kendilerine karşı gelenleri, kendileri gibi düşünmeyenleri ve darbe değerlerini benimsemediklerinden şüphelendikleri kimseleri sorgulama tekniklerini kullanarak cezalandırmaya başlar. Sorgu bir suçun isbatı ve delillendirilmesi yani adaletin yerini bulması amacıyla yapılmaz. Cezalandırma amacıyla yapılır. Konu suçluyu bulma çabası olmaktan çıkar. Darbeciler böylece, kendileri gibi düşünmeyen ve inanmayan toplumsal kesimleri, bu cezalandırma tekniği ile korkuturlar. Onları sorgulama teknikleri ile korkutarak baskı altında tutarlar. Almanya’da Naziler, Yahudileri başlangıçta bu teknikleri kullanarak baskı altına aldılar. Böylece faşizan baskıyı ve şiddeti süreklileştirdiler, yaygınlaştırdılar. Baskı böylece her alana yaygınlaşır. Kitlelerce hissedilir duruma gelir. Bu tür cezalandırma ve şiddete maruz bırakma uygulamaları, casus filmlerinde de sürekli tekrarlanır. Doğrudan öldürme değil, öncelikle korkutma, aciz bırakma, etkisiz kılma hedeflenir.

Kamuoyu bu tür uygulamaları çoğu kere lanetler. İnsan hakları için mücadele eden gruplar, sorgulamayı şiddet teknikleri ile gizli ortamlarda gerçekleştiren kurumlara karşı mücadele ederler. Dini ve ahlaki kurallar, sorgulamayı şiddete ve işkenceye dönüştüren yargılama muamelelerini yasaklar, günah sayar. Cezalandırma adalet kuralı gereği, tabii görülmekle beraber, sorgulamadan itibaren cezanın uygulanmaya konması ve işkence altında sorgulamanın yapılması doğru ve sahici kabul edilmez. Bu durum insan haklarıyla bağdaşmayan bir davranış ve tutum olarak kabul edilir.

Darbecilerin, eşkıyanın, mafya gruplarının ve faşist iktidarların sorgulamayı, işkence muamelesiyle başlattıklarını biliyoruz. Ancak şimdi bu yazıda anlatacağım sorgulama tekniği 2006 yılının mayıs ayında bir Türk üniversitesinde uygulanmış. Muğla Üniversitesi öğretim üyesi ve söz konusu dönemde Büyük Birlik Partisi genel başkan yardımcısı olan Dr. Selçuk Özdağ’a tatbik edilmiş bir sorgulama tekniği üstünde duracağım.

Konu, Muğla Üniversitesi Rektörü’nün 23 Mayıs 2006’da Muğla’da düzenlenen bir gösteriye üniversite çalışanlarını katılmaya davet etmesi ile başlamış. Rektörün Üniversite çalışanlarını gösteriye katılmaya davet etmesi, gösteriyi üniversitenin tüzel bir eylemi haline getirmiş. Gösteri, Muğla Barosu, Muğla Tabip Odası, Muğla Atatürkçü Düşünce Derneği, Muğla Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanlığı vb. bazı kuruluşlarca tertip edilmiş. Muğla üniversitesi de rektörün çağrısıyla bu gösteriye destekte bulunmuştur. “Cumhuriyete Saygı, kazanımlarına Kurumlarına Sahip Çıkma” adıyla düzenlenen gösteride İşçi Partisi’nin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bayrakları ve üniversitenin flamaları birlikte aynı amaç için kullanılmış.

Gösteri yapmak her grubun demokratik hakkıdır. Rektörün bir birey olarak bu gösteriye katılması da demokratik bir haktır. Fakat Rektör burada üniversitenin bütün çalışanlarını gösteriye katılmaya davet etmiş. Bilindiği gibi, resmi bir kurumun kurumsal bir kimlikle siyasal amaçlar için nümayiş yapan kuruluşlarla ortaklık yapması durumu, kişi hak ve özgürlükleri ile alakalı bir durum değildir. Türkiye üniversitelerinde öğretim üyesi olup bazı siyasi partilerin nümayişlerine katılan birçok öğretim üyesi hakkında rektörlüklerce soruşturma açıldığını biliyorum. Hâlbuki bir öğretim üyesi, kişisel hakkını kullanarak siyasi bir harekete katılabilir. Üstelik bu konuda yasa da vardır. Buna rağmen rektörün sevmediği öğretim üyeleri siyasi faaliyetlere katılamazlar. Hatta bazen milli bir konuda konferans ve seminer vermesi bile tehdit konusu yapılabilir.

Burada tam tersi bir durum var. Üniversite, rektörün çağrısı üzerine sanki tüzel kişiliği ile siyasi bir faaliyete katılmıştır. Gösterinin yapıldığı gün üniversitede dersler yapılmamış. Dr. Selçuk Özdağ, rektörün daveti ile üniversitenin bu gösteriye katılmasını eleştiren bir demeç vermiş. Dr. Özdağ aynı zamanda Büyük Birlik Partisi’nin genel başkan yardımcısıdır. Rektörlük bunun üzerine, Dr. Selçuk Özdağ hakkında soruşturma açmış. Soruşturma daha sonra yargıya konu olmuş. Her aşaması ilginçliklerle dolu bir koğuşturma ve yargı süreci uygulanmaya konmuş. Konunun yargı ile ilgili yönleri üstünde durmayacağım. Sadece üniversitenin görevlendirdiği soruşturmacının Dr. Özdağı taciz bırakan soruşturma tekniği üstünde duracağım.

Gösteri haberlere konu olmuş. Kamuoyu gösteri hakkında bir tartışma başlatmış. Televizyonlar gösteride söylenen sloganları, gösterime konan imajları ve dalgalandırılan bayrakları haberlerde tekrar ederek yayınlamıştır. Buna rağmen soruşturmada bu ayrıntılar tek tek Dr. Selçuk Özdağ’a sorulmuş. Siz yürüyüşe katıldınız mı?, Katılmadığınız bir gösteriyi hangi hakla eleştiriyorsunuz?, Rektör yürüyüşe katılma davetini bütün çalışanlara göndermesine rağmen, Özdağa, Gösteriye katılma konusunda resmi bir davet aldınız mı? Gösteriye katılma zorunda bırakıldınız mı? Branşınızla ilgili bir maçı yönetiyor olsanız ve bu maça arkadaşlarınızı davet ederseniz, nasıl bir davet mektubu gönderirdiniz? Sizin sayın rektörle kişisel husumetiniz var mı? Muğla Üniversitesi o gösteride kaç kişi ile temsil edildi? Beyanatınızı yayınlayan gazetedeki resme baktığınızda ne görüyorsunuz? Rektörün ilgili kişilerle olan yakınlığı ile ne kast ettiniz? Rektör CHP’lilerle birlikte yürüdü, ifadesi ile neyi kast ettiniz? 30 farklı kuruluşun bir arada gösteri yapması durumunda, bunlar hangi sıra düzeni ile yürürler? Kimlerin yan yana yürüyebileceğini nasıl düzenlersin? Atatürk anıtı ile Rektör ve üniversite elemanlarının bulunduğu alanın arasında hangi bayrak ve flamanın bulunduğunu biliyor musun? Arka bahçe ne demektir? Zirai, coğrafi, siyasi bir terim midir? Rektörün gösteriye katılma hususundaki niyetini nerden biliyorsunuz? Basına verilen beyanatlarda, bazı kurum ve kuruluşların, bazıları için hedef gösterildiğini biliyor musun? Üniversite hakkında hangi konularda beyanat verebileceğinizi biliyor musunuz?” Diye bir dizi soru sorulmuş.

Bu soruların bir kısmına Dr. Özdağ cevap vermiş, bir kısmına ise cevap vermemiş. Bu sorular, bir öğretim üyesinin malum yürüyüşe, üniversitenin katılmasının eleştirilmesi üzerine sorulmuş. Bu soruşturmayı tahmin edileceği gibi, daha sonra başka soruşturmalar izlemiştir. En sonunda Dr. Selçuk Özdağ’ın üniversiteyle ilişkisi kesilmiştir.

Kafka’nın Dava adlı romanını okuyanlar bu soruların ne anlama geldiğini daha iyi fark eder. Muhatabı taciz etme, mantıksal çelişkiler içine çekme, tutarsızlaştırma, hiç düşünmediği, öngörmediği konular hakkında kafesleme ile ilgili sorulardır, bu sorular. Bir eleştirinin ne anlama geldiği yeterince açıktır. Dr. Özdağ, Üniversitenin bu toplantıya ve gösteriye katılmasını eleştirmiş. Rektörün çağrısını doğru bulmadığını basın yoluyla açıklamıştır. Yeterince açık olan bir beyanattan dolayı, bu kadar ayrıntılı bir sorgulama niçin yapılır?

Türkiye’de ceza muhakemeleri usulü kanunu vardır. Bu kanuna göre zanlıların sorgulanma tekniklerinin sınırları belirlenmiştir. Ancak burada bir zanlı da yoktur. Açıkça bir konu hakkında fikrini beyan eden ve mensup olduğu kurumun uygulamasını kurumsal değerlerle bağdaştırmadığını basın yolu ile açıklayan bir bilim adamı vardır. Beyanatın metni, eleştirinin kendisi cezalandırma için yeterli bir veri kabul edilmemiş. Burada beyanatı veren bilim adamını sorgulama tekniği ile şiddete maruz bırakma vardır.

İşyerinde çalışanları şiddet uygulayarak aciz durumda bırakma usullerine bilindiği gibi, mobbing denmektedir. Mobbing bir çeşit psikolojik şiddettir. Zorbalık demektir. Narsist ve makamını kaybetme korkusu taşıyan yöneticilerin çalışanlara tatbik etmeye çalıştığı bir psikolojik baskı tekniği olarak bilinmektedir. İnanç ve ideoloji farklılığı gibi faktörler işyerlerindeki psikolojik şiddet uygulamalarını tetikler. Yöneticiler çalışanları soruşturmalarla, tecessüsle, izleme ve takip yöntemleriyle sürekli baskı altında tutar. Çalışanlar tehdit algılamasına maruz kalır. İşlerinden atılma korkusu ve endişesi taşırlar. Bu durum verimliliği de olumsuz etkiler.

Yukarıda Dr. Selçuk Özdağ’a sorulan “Şu resimde ne görüyorsun? Arka bahçe ne demektir?” gibi sorular, bir bilim adamına sorulacak sorular değildir. Ancak amaç psikolojik şiddet uygulama olunca, muhatapla dalga geçme, onu mantıksız sorularla ezmeye çalışma, bir teknik olarak her zaman uygulanır. Psikolojik şiddet işyeri çalışanlarına genelde sözlü hakaret, dalga geçme, fonksiyonsuz bırakma davranışları ile uygulanır. Dr. Özdağ’ın soruşturmasında ise psikolojik şiddet yasal süreçler ve disiplin kuralları çerçevesinde uygulanmış. İşin ilginç yanı konu ile ilgili mahkemelerin hiç birisi bu sorgulama tekniğindeki mobbing pratiklerine atıfta bulunmamıştır.

Bir bilim kuruluşu olan Üniversite, bir bilim adamına bu sorgulama tekniği ile zorbalıkta/mobbing bulunuyorsa, ülkemizin diğer kurumları acaba ne durumdadır? Eleştiriye açık olması gereken bir bilim kuruluşu niçin bu kadar tutuculaşır? Kendi kendini eleştiri dışında tutar? Dr Özdağ’a reva görülen bu psikolojik şiddetin benzerleri acaba ne kadardır? Bence Dr. Özdağ’a reva görülen bu psikolojik şiddet esas alınarak konu yeniden muhakeme edilmelidir. Yüksek Öğretim Kurumu, bilimsel özgürlük için bu defterleri açmalı. Bu uygulamaları mobbing kapsamına alıp yeniden gözden geçirmelidir. Psikolojik şiddetten dolayı, yanlış uygulamalara rıza gösteren ve bunun ezikliği ile yaşayan ne kadar üniversite çalışanı var? Nisan 2010

Paylaş: