İlginç Yolculuğun İbretlik Öyküsü
Giriş
Bu Röportaj, Adıyaman Güne Bakış Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Naif Karabatak tarafından hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Onun izniyle yazdığı metni burada yayınlıyorum. Karabatak’a teşekkür ederim Yazı o tarihlerde, Güne Bakış ve şu adreste yayınlanmıştır.
www.birmilyonkalem.com: 04 Haz 2008
Hacı Duran, 1961 yılında Mustafa ve Elif çiftinin 6 çocuğundan birisi olarak Besni’nin Sayören köyünde doğdu. İlkokulu köyde okudu. O yaşa kadar köyde yapılan tüm işlerle uğraştı. Bazen koyun güttü, bazen kuzu, bazen mercimek topladı, bazen nohut yoldu, bazen de yolu Adana’ya pamuk toplamaya düştü. Hâsılı köylünün değişmeyen kaderinde ne varsa Hacı Duran onu yaşadı. Bundan hiç şikâyetçi de olmadı, bütün bunları yaşadığı için kendisini mutlu sayanlardan birisi.
Sonrasında Besni Ortaokulu’na yazıldı, bir yıl sonra Adıyaman Ortaokulu’na yatılı öğrenci oldu. Oradan Sivas’a uzanan bir yolculuğu var.
Ve sonrasında üniversite hayatı. Cepte beş kuruş yokken hem okumak, hem geçinmek zorunda kalan Hacı Duran, pratik zekâsını konuşturarak hem okulda başarı elde etti, hem de iş hayatında, öyle ki kardeşine bile harçlık yollamaya başladı…
Neler yapmadı ki, bulaşıkçılıktan tutun, resepsiyonculuğa kadar, o iş yetmeyince şipşak fotoculuğa başladı. Öyle başarılı olmuştu ki, devam etseydi bugün ünlü bir fotoğrafçı olması kaçınılmazdı.
İstanbul’a adım attığındaysa bu defa büyük düşünmeye başladı ve turist rehberi oldu. Hem de önce “bilmeden” korsan rehberlik yaptı, sonra profesyonelliğe yükseldi. Derken Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne memur olarak girdi ve sonrasında yüksek lisans yaptı, doktorasını verdi, doçentliğe terfi etti ve yıllardır uzak kaldığı Adıyaman’da ise profesörlüğe yükseldi.
Kastamonulu Avukat Aysel hanımla evlendi, 1 erkek 2 kız olmak üzere üç çocuk babası, onlarla yakından ilgileniyor, evinin bahçesinde farklı çiçekler yetiştiriyor, özenle bakımını yapıyor, sabahları Karadağ’a kadar koşuyor. Yani sadece hayatı akademik değil, sosyal da.
Adıyaman Üniversitesi’nin bugüne gelmesinde büyük emeği olan Hacı Duran’ın kısaca hayat hikâyesi böyle ama bu kısa tarif onu anlatmaya yetmiyor.
Söyleşi için evini seçtik, o da misafirperverlik gösterdi ve bizi kahvaltıda ağırladı. Hem çayımızı yudumladık, hem Hacı Duran’ın ırgatlıktan profesörlüğe doğru uzanan ilginç yaşam öyküsünü dinledik.
Büyük bir keyif aldığım söyleşide her sorumuza açık yüreklilikle cevap veren Hacı Duran’a teşekkür ediyorum.
Yine söyleşide beni yalnız bırakmayan gazetemizin sahibi Mustafa Yücekaya ile güzel resimler çeken Mustafa Polat’a da teşekkür borçluyum.
Köyde Çocuk Olmak Farklı
Çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
Köyde çocuk olmak farklı. Köyün bütün işleriyle uğraşmak zorundasınız ama ben köy işi yapmaktan mutlu oluyordum. Bazen nohut topluyor, bazen koyun güdüyordum, bazen de Adana’ya pamuğa bile gidiyordum. O zamanlar köyümüzde yol yoktu. İlk defa bir traktör gelmişti. Muhtemelen 1967’li yıllardı. Bunun ne olduğunu çocuklar birbirimize garip garip bakarak sorardık. “Bu neyle çalışıyor?” diye merak ederdik. Ne işe yarıyor doğrusu onu da bilmiyorduk.
Köyde okuma oranı nasıldı?
Bizim köydeki okuldan mezun olanların üçüncü kuşağıyım. Bizden önce iki sınıf mezun olmuştu. Dolayısıyla okuma yazma bilenlerin oranı çok azdı. Benden önce okula gidenlerin hepsi 10-13 yaşlarındaydı. İlk defa bizim zamanımızda benim gibi 7 yaşında okula başlayanlar oldu.
Okuldan bahsedelim…
Okulumuz iki derslikliydi Köyümüze gelen ilk öğretmende Anamurluydu. Köylüler kendisine bir de lakap takmışlardı “Tılmo” diye.
Neden Tılmo?
Hafif şişman, tıknaz birisiydi ama çok gayretli, köylülerle iyi diyalog kuran efendi bir adamdı. Köyün tarım işleriyle de uğraşırdı. Köyle ilgili anı defteri de tutmuştu, daha sonra bu defteri köye gönderdi.
İlkokuldan sonra?
İlkokulu bitirdikten sonra babamın beni ortaokula gönderip, göndermeyeceği belli değildi. Sonra öğretmenimiz çok ısrar edince babamda razı oldu.
Babanızın eğitime bakışı nasıldı, okuma yazması var mıydı mesela?
Babam köyde okuma-yazma bilen 6-7 kişiden birisiydi. Hatta en iyi bileniydi. Eskiden köy katipliği yapmıştı. Dolayısıyla hem eski yazıyı, hem yeni Türk alfabesini bilirdi. Zaten annesi de, yani babaannem de okur-yazar bir kadındı. O da köyün kadınlarına Kur’an okur, mevlid ve ilmihal kitapları okurdu.
Okula Gitmek, Siyasi Harekata Katılmak Demekti
Babanızın tereddüdü?
O zamanlar siyasi olayların olduğu kargaşa dönemleriydi. Okula gitmek, aynı zamanda siyasi bir harekâta katılmak demekti. Ama sonra Besni Ortaokuluna kayıt edildim.
Köyün yolu yok, araç yok Besni’ye nasıl gittiniz?
Yayan olarak tabii. Babam bize bir gaz ocağı, bir tencere, birer yatak ve bir de sırtımıza bir ay yetecek kadar ekmek verdi, yola düştük. Dört kişiydik. Abim benden bir yıl önce Besni Ortaokuluna kayıt olduğundan o bizden tecrübeliydi, düştük peşine. Giderken “şu köyde araba buluruz, bu köyde buluruz” diye Besni’ye vardık. Ortaokulun hemen yanında bulunan ve öğrenci evi olarak yapılan bir yeri babam bize kiralamıştı. Ev dediğime bakmayın bir tek odası vardı. Odada 6 kişi kalıyorduk, kirayı paylaşıyorduk. Tuvaleti dışarıdaydı. Oda hem banyoydu, hem mutfak, hem yatak odası, hem de ders çalışma odasıydı. Öyle bir şeydi işte (gülüyor)
Okula başladınız…
Başladık ama okulda farklı bir hava vardı. Bir tarafta köylüler, bir tarafta şehirliler. Biz de köylüler tarafındaydık. Doğal bir ezikliğimiz vardı.
Siyasi kamplaşma…
O da vardı. Biz sağcıydık, onlar solcu. O zamanlar Ülkü Ocakları yeni kurulmuştu. Abim vardı orada, Abdulkadir abi vardı (şimdi rahatsız Allah’tan acil şifa diliyorum) Sürekli kavga olurdu. O kavgaların hepsini ilk sene yaşadım. Fiilen hiçbir kavgaya girmedim, seyretmekle yetindim ama akranlarımla biz de siyasi tartışma yapardık. Küçüktük çünkü, kavga edecek kadar büyümemiştik demek ki…
O zamanlar bir din dersi öğretmenimiz vardı (Allah selamet versin) Onun benim üzerimde çok emeği var. Bana “Yatılı okul imtihanlarına gir” dedi. Onun yardımıyla Yatılı Okul İmtihanlarına girdim ve Adıyaman Lisesi’nin pansiyonunu kazandım. Besni’de bir yıl kaldıktan sonra Adıyaman’a geldim. Babam beni okula kaydetti.
Ezikliğiniz geçti mi?
Ne gezer, pansiyonda çoğunlukla Erzurumlular kalıyordu. Bu defa da Erzurumlu-Adıyamanlı sıkıntısını yaşadık. Biz Adıyamanlı olarak 5-6 kişiydik. Bizi bir şekilde dışlıyorlardı (gülüyor)
Sabaha Karşı Askerler Pansiyona Geldi
Okul devam ediyor ama…
Evet iki yıl Adıyaman Ortaokulunda okudum, pansiyonda kaldım. Siyasi olaylar gittikçe arttı. Sonra bir gece sabaha karşı pansiyona gelen asker ve polisler bizi dışarı çıkardı. “Giyinin” dediler giyindik, “eşyalarınızı paketleyin” dediler eşyalarımızı paketledik.
Neden?
Ne olduğunu anlamamıştık zaten. Ne diyorlarsa onu yapıyorduk. Bizi belediye ve cezaevinin araçlarına bindirerek il hudutları dışına çıkardılar. O şekilde Adıyaman’da ayrıldım. Sonra il hudutları dışında tasdiknamemizi verdiler, yanında yol harçlığımızı ve kumanyamızı.
Nereye gideceğiniz belli mi?
Nereye gideceğimiz tasdiknamede yazıyordu, Sivas’a…
Sebebini öğrenemediniz mi?
Yok ama 30 yıl sonra öğrendim. O zaman ciddi manada siyasi kavgalar vardı. Biz ondan sanıyorduk ama değilmiş. Belki etkisi vardır ama asıl sebebi 30 yıl sonra öğrendim. Adıyaman’a tekrar döndüğümde o tarihlerde neden tasdiknamemizin verildiğini, neden yollandığımızı araştırdım meğer pansiyona “çürük” ve “sağlıksız” raporu verilmiş ondan dolayı.
Gecenin bir yarısı mı götürülmeniz gerekirdi?
Onu bizde halen anlamış değiliz.
Sivas’a gittiniz…
Hemen gitmedik, önce köyümüze döndük. Okula gidecek miyiz gitmeyecek miyiz belli değildi. Babam, “bunlar gidip kavga edecek, başlarına iş açacaklar” deyip göndermek istemiyor ama biz de gitmek istiyoruz. Sonunda Sivas’a gittik. Sivas Lisesi’ni bitirdikten sonra Erzurum Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’ne kaydoldum. Kayıt olduğum yıl adı değişti, İlahiyat Fakültesi oldu.
Para durumun nasıl bu arada, çalışmaya ihtiyacın yok gibi…
Öyle değil. Daha önce yatılı okuduğumuz için paraya çok da ihtiyacımız yoktu. Erzurum’a gittiğimde babam bir yol parası, bir de kayıt parası vermişti. Kayıt yaptırdım, Adıyaman’a döneceğim ama cebimde dönüş parası yok.
Neden döneceksiniz ki, okul var.
Okulun açılmasına 45 gün var. Kalacak yer yok. Tanımadığım bilmediğim bir yer, ne yapacağım?
Ne yapacaksınız?
İş arayacağım. Tam üç gün boyunca Erzurum’da iş aradım.
Kalacak yer?
Terminalde yatıyorum.
Bulaşikçi Aranir
İş buldunuz mu?
Arıyorum, iş ararken bir baktım lokantanın birisinin camında bir ilan var; “Bulaşikçi Aranir” diye Erzurum aksanıyla yazılmış bir ilan var, yüzüm güldü. İçeriye girdim, işe talip olduğumu söyledim. Kim olduğumu, neci olduğumu sordu, anlattım. Üniversite talebesi bulaşıkçılık yapmaz” diyerek kabul etmedi. “Mecburum, yıkayacağım” dedim. Yarım saat adamla konuştum ve işi aldım. (gülüyor)
Sonra…
Sonra adam bana nerede yatacağımı sordu. Lokantada yatabileceğimi söyledim kabul etmedi. Beni yakındaki bir otele gönderdi. Gittim otele selamını söyledim, gecelik fiyatını sordum sanırım 45 liraydı.
Lokantada kaça anlaştınız?
Günlük 40 liraya.
Eee her gün 5 lira açık var.
(Gülerek) Ne yapayım, başka çare yok kabul ettim. Bir hafta bu şekilde çalıştım. Bir gün otelin sahibiyle resepsiyonda sohbet ederken bana resepsiyonda çalışıp, çalışmayacağımı sordu. “Olur” dedim. Günde 40 lira verecek ve otelde bedava. O zaman 80 lira kazanmış oluyordum. Böylece gündüz bulaşıkçılık, gece resepsiyonda çalışmaya devam ettim.
Okul açılana kadar…
Evet. Okul açıldı, bulaşıkçılıktan ayrıldım. Gündüz okul, gece resepsiyona devam ettim.
Ula İstanbul’dan buraya şipşakçı celmiş
Zor olmuyor mu?
Zor oluyordu tabii. Bir süre böyle devam ettim. Sonra baktım olmayacak, biraz da para biriktirmiştim. O parayla o zaman yeni çıkan Kodak marka bir fotoğraf makinesi aldım. Erzurum’da ilk kez “Şipşak Fotoğrafçılık” yaptım. Makineyi boynuma taktım, Erzurum sokaklarında “Foto Şipşak” diye gezdim. Baktım Erzurumlular başıma toplandı; “Ula İstanbul’dan buraya şipşakçı celmiş” diyorlardı.
Talep oldu yani.
Hem de çok, talep çok olunca bu iş tutar dedim. Sonra fotoğrafçılık yaptım, iyi de para kazandım. Hatta askerdeki ağabeyime para bile yolladım.
Bunlar iş hayatı, okula gelelim isterseniz…
Sivas Lisesi’nde matematik okudum, Arapçam yok, Kuran’ı Kerimi okumayı bilmiyorum. İlahiyata kayıt yaptırmışım, önce sıkıntı çektim. Benden başka herkes İmam Hatip mezunu, Arapçayı da biliyorlar, Kur’an’ı Kerimi de, hem de su gibi, bana öyle geliyor.
Ne yaptınız?
Hocalar Medrese hocalarından Arapça dersi almamı istediler. Ben de birisini buldum. Emsile adlı kitapta Arapça fiil çekim kurallarını öğretmeye başladı. Nasara (yardım anlamına gelen bir fiil) fiilinin fiil çekimiyle emsile eğitimine başladım. “Nasara, nasara, nasara” diye bir ay devam ettim ama bir şey anlamadım. Bunun böyle olmayacağını anladım ve hocadan ayrıldım.
Ama öğrenmeniz de gerekiyor…
İşi kendimin çözeceğine inanmıştım. Karar aldım sadece Arapça konuşacak, Kur’an okuyacaktım.
Hacı İyi Arapça Bilir
Nasıl olacak peki?
Bunun için önce Arap radyolarını dinlemeye başladım. Sürekli kulaklıkla Arap radyolarını dinliyor, Arapça bulduğum gazeteleri okuyor, g&#
252;nlük hayatta bildiğim oranda Arapça konuşuyordum. Bir gün hocalar baktılar ki ben Arapça konuşuyorum, hatta diğer öğrencileri geçmişim bile.
İlginç…
Daha ilginci okulda “Hacı iyi Arapça bilir” diye söylenmeye başlandı. İki yıl bu şekilde Erzurum’da okudum, sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine geçiş yaptım. Erzurum’da bana ait bir iş piyasası vardı, Ankara’da yoktu.
Ne yaptınız peki?
İşportacılığa başladım. Okul dışında işportacılık yapıyordum. Yazın ise İstanbul’a gidip gelmeye başladım amacım orada iş bulabilmekti.
Buldunuz mu, benimki de soru, bulmuşsunuzdur…
Benim beklentim bir lokantada, ya da herhangi bir turizm sektöründe garsonluk gibi bir iş bulmaktı.
Daha iyisini buldunuz.
Evet. Önce iş bulamadım, Ayasofya’da geziniyordum. Baktım Arap turistler. Arapçamı test etmek için iyi bir fırsattı. Araplarla bir süre sohbet ettik. Sonra ayrılmak istedim, “bize Ayasofya’yı gezdirir misin?” dediler. Olur dedim ve gezdirdim. Ayasofya hakkında bilgim vardı, bildiklerimi anlattım. Çok memnun kalmış olmalılar ki, Topkapı Sarayını da gezdirmemi istediler. Orayı da gezdirdim.
Bedava rehber.
Hayır, ayrılırken bir işçinin bir ayda aldığı maaşı bana bir defada verdiler. O zaman “ben rehberlik yapabilirim” dedim ve rehber oldum.
Ama kuralları var.
Onu sonra öğrendim. Öğrenci olduğum için bir süre beni idare ettiler. Sonra kursa gittim, belgemi aldım ve profesyonel rehber oldum.
Yarın: Molla Sadr’la Gelen Değişiklik
Molla Sadr’la Gelen Değişiklik
.
-Okul hayatı da geçiyor tabii.
Evet. Okulun 4’üncü yılında hayatıma yön
veren bir başka olay oldu. İlahiyat Fakültesi beş yıllıktı. Okulu bitirmeden
yüksek lisans yerine geçen tez hazırlamam gerekiyordu. Ben 5’inci sınıfı
beklemedim, 4’üncü sınıfta aldım. Prof.Dr. Mehmet Bayraktar hocama gittim
“Ben sizden tez almak istiyorum” dedim. Pek ilgilenmedi, “Git Molla Sadr’a bak”
demekle yetindi.
.
-Baktınız mı?
Bırakır mıyım? Kütüphaneye gittim,
araştırdım. Molla Sadr, 1700’lü yıllarda İran’da yaşamış, Suni ulema arasında
Gazali’nin konumu neyse, Şii ulema arasında da Sadr’ın konumu aynı. Sadrettin
Şirazi diye büyük bir düşünür. Çok önemli kitapları var, ciddi felsefi
derinliğe sahip. 3-4 kitabını buldum ama hepsi el yazması, taş baskı. Ağır
felsefi yazılar.
.
-Okuyabildiniz mi?
İnceledim okuyabiliyordum. Kitabı aldım,
hocanın yanına gittim. Molla Sadra’nın “Varlık felsefesi ve hareket
nazariyesini” inceleyeceğimi söyledim.
.
-Kabul etti.
Evet. Artık her gün okuyorum, yazıyorum
ve hocaya gösteriyorum. Bir gün bana dedi ki, “Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde
Alparslan bey var. O Amerika’da Molla Sadra üzerine Fazıl Rahman’la birlikte
çalıştı. Git sana yardımcı olur” dedi.
.
Önce Güldüler, Sonra…
-Gittiniz.
Evet. Alparslan Açıkgenç’in yanına
gittim. (Şimdi Fatih Üniversitesinde) Yanında bir de Teo Grünberk diye bir
Profesör de vardı. Kendimi tanıttım, Molla Sadra’yı araştırdığımı söyledim.
bana güldüler. Sonra bir metin çıkardılar ve okumamı istediler, okudum.
Anlatmamı istediler anlattım.
.
-Şaşırdılar o zaman.
Evet, bu defa “sen bize lazımsın,
bizimle akademik çalışmak istemez misin?” diye sordular.
.
-Fırsat ayağına geldi desene…
Ama ben normalde okulu bitireceğime bile
inanmıyordum. O şartlarda okuyan birisinin akademik çalışma yapması da
düşünülemezdi. Üstelik benim yabancı dilim Fransızcaydı ve onu da fazla
bilmiyordum. Önce İngilizcemin olması gerekliydi. Düşünmediğimi söyledim ama
düşünmemi istediler.
.
-Kaldı o zaman.
Okula döndükten sonra İngilizce öğrenmem
gerektiğini düşünerek Amerika Kültür Merkezi’nde dil kurslarına yazıldım.
Akademik hayata yönelmem de böylece başlamış oldu.
.
-Doktora da var.
O sonra, akademik çalışmaya başlayınca
bu defa doktora yapma isteği uyandı. Yine İstanbul’a gidiyorum ama hep gözümde
de rehberlik var. Bu arada nerde bir sınav açılsa ona da giriyorum, belki bir
kadroya geçerim diye. Girdiğim her sınavı da kazandım ama üniversitede
doktoraya başlayınca kaldı. Sosyal yapı ve sosyal değişim diye bir program
vardı. Felsefe ve sosyoloji merakım olduğundan müracaat ettim.
.
“Amiran Bey!”
-Böylece doktoraya da başlamış oldun.
.
Ama ilginç bir anım var. Bölüm sorumlusu Amiran Kurtkan’dı. Odasına gittim,
içeride bir bayan vardı; “Amiran beyle görüşeceğim” dedim, “benim evladım”
dedi. Meğer sıklıkla erkek ismi sanan çokmuş, (gülüyor) İsteğimi söyledim bana
birçok kitap tavsiye etti. Tavsiye ettiği bütün kitapları okumuştum, hepsi de
bende mevcuttu. Sonra sınava girdim, kabul edildim ve doktoraya başladım. Bir
yıl sonra Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde “Arşiv Elemanı” olarak göreve
başladım, aynı zamanda doktorama da devam ediyorum.
.
-Doktoranın konusu neydi?
Türkiye’de işgücü verimliliğini
etkileyen sosyal ve kültürel unsurlar. Bir insan daha verimli nasıl çalışır,
bir kurum daha verimli bir hale nasıl getirilir gibi…
.
-Hiç memlekete gelmediniz mi?
Arada geliyorum ama çok kısa mesafeli. Bir defada iş için geldim. Bir grup turisti Diyarbakır’a götürüyordum, köyümüze de uğradık ayran içtiler.
.
“Abim Mendilden Kravat Yapmıştı”
-Bu arada, ortaokuldaki o ürkekliğiniz, çekingenliğinizden eser kalmamıştır değil mi?
Yo canım o ortaokuldaydı. Şimdi şöyle
lastik ayakkabıyla okula gidiyorduk. Elbisemiz eskiydi. Kravatım yoktu ağabeyim
bir mendili kravat şeklinde bağlamış boynuma takmıştı. Öğretmenler bize
gülüyordu ama o zaman neden güldüklerini anlamıyorduk. Tabii ki ürkekliğimiz
bundandı sonra kalmadı.
.
-Önceleri profesör olmayı düşlediniz mi?
Hayır hiç olmadı. Ben normalde okulu
bitireceğime bile inanmıyordum ki profesörlüğü düşüneyim.
.
-Şimdi geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?
Düşünemediklerimi, hayal dahi
edemediklerimi yüce Rabbim bana nasip etti.
.
-Konuyu dağıttık, iyisi mi Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ndeki işinize
dönelim.
O zamanlar Turgut Özal ile Hasan Celal
Güzel’in girişimiyle Osmanlı arşivleri tasnif ediliyordu. Bunun için 600
kişiyle birlikte işe alınanlardanım. Yani basına yansıyan Ermeni evraklarını
biz tasnif ediyorduk. Doktora tezim verimlilik olunca benden arşiv hizmetlerini
daha verimli hale getirmem istendi. Bende Türkiye’de ilk kez (kamu
kurumlarında) uygulanan bir yol takip ettim. İş etüdü, iş analizi ve
performansa dayalı çalışma başlattık. Başarılı da olduk verim çok arttı.
.
-Doktora ne oldu?
Doktora bittikten sonra Devlet
Arşivleri’nden istifa ettim, Sakarya Üniversitesine geçtim. Orada Kurumlar
Sosyolojisi Ana Bilim Dalında çalışmaya başladım. Orada doçentliğe hazırlanmaya
başladım. Yine iş etüdü, iş analizi yapıyorum. Hatta Pendik ile Tuzla
Belediyelerinde de iş analizi yaptım, arada bir gidiyordum.
.
-Sakarya özel bir tercih mi?
Adıyaman Ortaokulunda okurken, MTTB’nin
İstanbul’da bir toplantısı vardı. Adıyaman delegesi olarak katılmıştım.
Sakarya’dan geçerken çok hoşuma gitmiş, içimde yer etmişti. Daha sonra da
İstanbul’a gidip gelirken bu isteğim canlandı.
.
-Turist rehberliği de bitti değil mi?
Hayır. Üniversiteye geçtikten sonra daha
da canlandırdım. Bu defa ders veriyordum ama. İstanbul Turizm Müdürlüğünün
açtığı rehberlik kurslarında hoca oldum.
.
-Sakarya’da yaşam nasıldı?
İstanbul’dan sonra Sakarya’da yaşamak
çok güzel. Çünkü çok sakin, temiz, yeşil, kendinizi ifade edebileceğiniz bir
yer. Bir de İstanbul’a yakın. İstanbul’un külfetini çekmiyor, sefasını
sürüyorsunuz. Her hafta sonu etkinliklere katılırdım. Niyetim Sakarya’da
kalmaktı.
.
Adıyaman’a Dönüş
-Ama olmadı, neden?
Beni iki şey etkiledi. Birincisi
Manisa’da Cumhuriyet Savcısı halamın oğlu vardı. Allah rahmet eylesin trafik
kazasında vefat etti. O vefatı görünce, yalnızlığını yaşayınca, aileden,
akrabadan, tanıdıklardan kimseyi görmeyince etkilendim. Bir gün bende
Adapazarı’nda hak vaki olduğunda böyle yalnız mı olacağım diye düşündüm.
.
–İkincisi?
17 Ağustos (1999) depremi diğer etkendi.
Depremi yaşadık. Evimizde yatıyorduk. Deprem süresince kıpırdanamadık. Allah o
korkuyu kimseye yaşatmasın. Çünkü kontrol edilemeyen korkular çok daha büyük
korkulardır. Dökülmüş inşaat molozları ve karanlıkta yerinden çıkmış olan kapı
aralıklarından zor bela gece kıyafetleri ile dışarı çıktık. İki saat sonra her
taraf kokmaya başladı. Çocukların hayatın yıkıldığını görmesini istemedim.
Çünkü ne su var, ne telefon, ne elektrik, ne ekmek.. Hayat sıfırlanıyor.
Çocukları hemen alarak Adıyaman’a geldik.
.
-Sonra tayin oldun.
Hayır, annem “buralara dönmezsen sana
hakkımı helal etmem” dedi. Benim niyetim bir süre kalıp dönmekti. Olmadı. O
zaman eğitim Fakültesi yeni kurulmuştu. Gaziantep’e bağlıydı. Gittim rektörle
görüştüm, kadromla gelirsem evet diyeceğini söyledi, mecbur kaldım. Rektör,
Adıyaman’da kimsenin durmadığını, benim Adıyamanlı olduğumu, memleketime hizmet
etmem gerektiğini söyleyerek kadromu getirmemi istedi.
.
-Böylece Adıyaman hayatınız başladı. Fakülteyi ilk görmenizi anlatır
mısınız, farklılık var mıydı?
Olmaz mı, fakültede sadece iki sınıf
var, 80 öğrencili. Kocaman bir üniversiteden gelmişim, cıvıl cıvıl bir ortam,
binlerce öğrenci, yüzlerce hoca var, akademik bir ortam var.
.
-Boşlukta kaldınız.
Evet kendimi boşlukta hissettim. Bir de
sosyoloji konusunda beni anlayan kimse yok. Derdimi anlatacağım, paylaşacağım
kimse yok. Kitap yok, kütüphane yok. Hafta sonu konferanslara ve panellere
giderdim. Hiç biri yok.
.
“Bana Bir Doktora Versene!”
-Şehir var.
Şehri geziyorum yarım saatte bitiyor.
Okula gidiyorum 80 öğrenci, 3-4 öğretim görevlisi var. İlk altı ay çok
zorlandım. Ancak Adıyamanlıyım. Bu şartlara alışmalıyım diyerek çalışmaya
başladım. Ancak ilk zamanlar ilginç şeyler de yaşadım.
.
-Ne gibi?
Mesela sınıfa gidiyorum bütün öğrenciler
ayağa kalkıyor.
.
-İyi ya saygılılar.
Değil, üniversite öğrencisi sınıfta
ayağa kalkarak saygı göstermez. Çalışmasıyla, sorumlu davranışı ile saygı
gösterir. Çünkü kendi kendine sorumluluk duygusu geliştirmeli. Özgüven
oluşturmalı. Gerekirse hocayla bilgi konusunda rekabete girmeli.. Öğrencilere
“bundan sonra benim dersimde ayağa kalkmak yok” ilk altı ay böyle şeyler
yaptım, böyle delilikler (gülüyor)
.
-Fakülte ortamı da yok.
Bunun için de ilk yapmam gerekenin bir
fakülte ortamı oluşturmak olduğunu bilerek çalıştım. Bu çok önemlidir. Fakülte
ve üniversite sadece derslerle oluşmaz. Aynı zamanda birde atmosfer oluşturmak
gerekir.
.
-Adıyamanlılardan tanıdık yok mu?
İlk geldiğimde, Adıyaman’da beni fazla
tanıyan yoktu. Kendimi tanıtmak için çaba da sarf etmedim. Umut da dağıtmadım.
Akademik adaba uygun bir şekilde davranmaya çalıştım. Bazen de çok garip
isteklerle karşılaştım.
.
-Ne gibi?
Bir belediye başkanı: “bana bir doktora
ver” dedi. Şaşırdım. Üniversite’de yüksek lisans, doktora eğitimi nedir?
Bilmiyor. Kendisine anlattım. Sen işi yokuşa sürüyorsun dedi. Ben önce adamın
şaka yaptığını sanmıştım.
.
-Nasıl yani, kolay mı o kadar?
Ben de anlamadım. Kimse üniversitede
nasıl statü elde edilir, yolu nedir, akademik kariyer nedir, doktora nedir,
yüksek lisans nedir bilen yok.
.
-Tabii yok diyorsunuz.
Ben yok diyorum ama bu defa rektöre
gidiyorlar. Rektörde başından savmak için bana havale ediyor. Öyle sıkıntılar
yaşadım. Öğrenci sayısını arttırmak lazımdı. Bunun için ikinci öğretimi açtık.
Matematik, sosyal bilimler.. Bir de sağa sola haber salıyorum “doktorasını
yapmış tarihçi, matematikçi, biyolog arıyorum” diye.
.
-Bulabildiniz mi?
Evet, 2-3 yıl içinde doktoralı epey
arkadaş bulduk. Fakültenin alt yapısı bu şekilde oluştu.
.
-Profesörlük tezini Adıyaman’da mı yaptınız?
Profesörlük tezi diye bir şey yok,
doçentlikte var ama Adıyaman’da profesör oldum.
.
-(Gülerek)O zaman bu soruyu es geçeyim de cahilliğim ortaya çıkmasın.
Hayır eskiden vardı, siz eskisiniz ya (gülerek) ondandır.
.
Koç Vakfı’na Mektup
-Fakültenin alt yapısını oluşturdunuz ama fakülte de yetersiz. Sonra yeni bina yapıldı, onun hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
Tabii. Hatırlarsanız Mustafa V. Koç
Adıyaman’a gelmişti. Adıyaman’daki gezi programında İlhan Subaşı ve Belediye
Başkanı Necip Büyükarslan, Mustafa Koç’tan Adıyaman’da maliyeti yaklaşık 600
milyar tutarında olan bir kültür sarayı binası yapması talebinde bulunmuşlar.
Koç bu istek üzerine “konuyu arkadaşlarımızla görüşelim, ondan sonra duruma
bakarız” demiş. Belediye başkanı Necip Büyükarslan ve İlhan Subaşı 14 haziran
2004 tarihinde Eğitim Fakültesine gelerek konuyu bana açtılar. Daha önce resmi
kuruluşu bizzat benim çabalarımla başlayan, ancak Sümerbank binasının
özelleşmesinden dolayı faaliyete geçemeyen ve binası olmayan Mesleki ve Teknik
Eğitim fakültesi için talepte bulunulmasının daha gerçekçi olacağını
kendilerine ilettim. Her ikisi de bu talebimi haklı buldu. Bunun üzerine Koç
Holding’in adresini İlhan Subaşı’ndan aldım. Sayın Şeniz Akan’la irtibat
kuracağımı bana İlhan Subaşı söyledi. Konuyu Gaziantep Üniversitesi rektörü
sayın Prof. Dr. Hüseyin Filiz’e açtım. O da projelerin hazırlanmasında bana
destek vereceğini belirtti. Bir hafta içerisinde Gaziantep Üniversitesi’nden
bir ana bina çevresinde üç laboratuar ve bir tane de bilgi işlem merkezi
binasından oluşan beş ayrı ünitenin oluşturduğu bir proje hazırladım.
Hazırladığım projeyi anlatan ve isteğimizin gerekçelerini izah eden bir tanede
mektubu sayın Mustafa Koç’a hitaben yazarak sayın Şeniz Akan’ın adresine
gönderdim.
.
-Mektupta neler vardı?
Mektup uzundu ama önemli bölümlerini
çıkarayım. (Notlar arasında bir mektup bulup çıkarıyor, imzalı mektubun bazı
bölümleri şöyle)
.
“Adıyaman Mesleki ve Teknik Eğitim Fakültesi, Gaziantep Üniversitesine bağlı
olarak Bakanlar Kurulunun 01/07/2003 tarih ve 2003/5866 sayılı kararlarıyla
kurulmuştur. Ancak fakültenin hizmet göreceği bir binası mevcut olmadığı için,
bu güne kadar faaliyete geçmesi mümkün olmamıştır. Bundan dolayı Mesleki ve
Teknik Eğitim Fakültesinin bir dekanı ve öğretim üyesi de henüz yoktur.
.
Bu durum, üniversite özlemi içinde olan Adıyaman halkını ve esnafını her gün
daha da çok üzmektedir. Ayrıca hatırlatmak isterim ki halen Adıyaman’da
bulunan, bünyesinde 1200 öğrencinin öğretmenlik eğitimi gördüğü ve yirmi altı
tane öğretim üyesi bulunan Adıyaman Eğitim Fakültesinin kuruluşu da daha önce
binasızlıktan dolayı tam on yıl gecikmişti. Adıyaman halkı, bu tür acı
tecrübelere sahip olduğu için mesleki ve Teknik Eğitim Fakültesinin de aynı
akibete uğrayacağından endişe etmektedir.
.
Zat-ı alinizin ve Koç ailesinin, ulusal ve yerel kalkınmaya öncülük eden
gönüllü eğitim yatırımlarını başarıyla gerçekleştirdiğini ben ve Adıyaman halkı
bilmektedir. Genç Cumhuriyetimizin ve güzel ülkemizin birçok yerleşim
merkezinde KOÇ ailesinin yaptırdığı okulların, yurtların ve gönüllü hizmet
merkezlerinin isimlerini ve hizmetlerini gıpta ile izlemekteyiz.
.
En büyük arzumuz, son yıllarda çocuklarını çağdaş değerlere göre yetiştirmek ve
üretken birer birey haline getirmek için çaba sarf eden ve bu amaçla illerinde
bir Üniversite’nin kurulmasını arzu eden Adıyamanlıların bu isteğine
yapacağınız bu fakülte binasıyla karşılık vermenizdir.”
.
-Sonra ne oldu?
Bundan sonra telefon görüşmeleri süreci
başladı. Tam olarak bilmiyorum ama haftada en az bir defa Şeniz hanım’ı
aradığımı ve projelerimin değerlendirmeye alınıp alınmadığını sormaktan
usanmadığımı iyi hatırlıyorum. Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim ayları konuyu
telefon görüşmeleriyle izlemekle geçti. Sonra yetmedi, sayın Mustafa Koç’u
makamında ziyaret etme talebinde bulundum. Ve beklenen görüşme talebini aldım.
27 Ekim 2004. Gelişmeyi yeni atanmış olan Gaziantep Üniversitesi Rektörü sayın
Prof. Dr. Erhan Ekinci’ye ve Adıyaman Belediye Başkanı Sayın Necip
Büyükarslan’a açtım. Onlarla birlikte, Holding’e gitme önerisini götürdüm. Her
ikisi de çok iyi karşıladı. Sonra YÖK’teki bir toplantısından dolayı,
rektörümüz gelemeyince görüşmeye Belediye Başkanı ile birlikte gittik. Proje önerimizle
ilgili konuları, Koç Holding Kurumsal İletişim Grubu Başkanı sayın Hasan Bengü,
Vehbi Koç Vakfı Genel Müdürü Sayın Erdal Yıldırım ve koç Holding Resmi İşler
Koordinatörü danışmanı, Sayın Refik Germirli ile görüştük.
.
Yarın: İlk İzlenimler…
İlginç Yolculuğun İbretli Öyküsü
(3 ve Son)
Adıyaman Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hacı Duran’la Güne Bakış Gazetesi’nde yayınlanan ve Naif Karabatak’ın kaleme aldığı “Her Telden Her Dilden”e konuk olduğu “Irgatlıktan Profesörlüğe İlginç Yolculuğun İbretli Öyküsü”nün bugün üçüncü ve son bölümünü yayınlıyoruz
İlginç Yolculuğun İbretli Öyküsü
-İlk izleniminiz nasıldı?
Görüşmelerdeki ilk izlenimim gönderdiğim mektubun çok ayrıntılı olarak incelenmiş olması, projelerin ciddi manada değerlendirmeye alınması ve talebimizin sıcak karşılanması oldu. Görüşme sıcak bir havada gerçekleşti. Fakat Adıyaman’da Kurulacak olan bir binanın verimli olarak kullanılıp kullanılmayacağı konusunda her üçünün de ortak tereddütleri vardı. Resmi bürokratik uygulamaların ve çekişmelerin, yaptıkları binaların verimli kullanılmasını engellediğini anlatmaya çalışıyorlardı. Bu tereddütleri izale etmek için Adıyaman Eğitim Fakültesi’nde nasıl bir eğitim verdiğimizi anlattım. Yetiştirdiğimiz öğretmenlerin kalitesini ve bulundukları bölgelerdeki görev heyecanlarını örnek olarak anlattım. Yapılacak olan bu binanın verimli kullanılması konusunda kendilerine her türlü teminatı verdim. İnşa edilecek bu binanın, eğitim-öğretim için hiç de elverişli olmamasına rağmen çok verimli olarak kullandığımızdan emin olduğum Eğitim Fakültesi binası gibi verimli olarak kullanılacağına dair söz verdim. Öğretim üyelerimiz, öğrencilerimiz ve idari personelimizle gerçekleştirdiğimiz etkinlikleri, köy gezilerini, tiyatro sunumlarını, öğrenci kulübü etkinliklerini samimi bir dille muhataplarıma anlattım. Son olarak şunu kendilerine ifade ettim: Eğer Teknik Eğitim Fakültesi’nin kuruluşu; binanın tamamlanmasına kadar gerçekleşmezse, Eğitim Fakültesini yeni binaya taşıyacağımı ve yapacakları binayı mutlaka ne pahasına olursa olsun verimli olarak kullanacağımı söyledim
-Nasıl baktılar?
Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kuruluna götüreceklerini ve yönetim kurulunun karar vereceğini belirttiler.
-Sonra?
Daha sonra konuyu
telefonlarla takip etmeyi sürdürdüm. Bu kez muhatabım Vehbi Koç Vakfı Genel
Müdürü Sayın Erdal Yıldırım’dı. Görüşmeleri onunla sürdürdüm. Erdal Bey 2004 Aralık
ayının ikinci haftasında, müjdeyi bana verdi. İlk iş olarak fakültedeki
öğretim elemanı personelimizle, bu müjdeyi paylaştım. 2005 Şubat’ında Sayın Erdal Yıldırım ve Koç Vakfı İnşaat koordinatörü Sayın Fahrettin Ayanlar Adıyaman’a ziyaretime geldiler. Binanın yapılacağı alanı kendilerine gösterdim. Bu arada İnönü Üniversitesi’nden binanın yapılacağı alan için arsa tahsisi talebinde
bulunduk. Onlarda bu talebimizi uygun görerek şu an binanın üzerinde yapıldığı alanın kullanım hakkını Gaziantep Üniversitesi’ne tahsis ettiler. Ve 14 Haziran 2005 yılında binanın temeli Sayın Mustafa Koç’un katılımıyla görkemli bir törenle atıldı. Adıyaman sivil toplum kuruluşları törene anlamlı bir hava kazandırdılar. Tören yoğun bir ilgiyle gerçekleşti.