Irgatlıktan Profesörlüğe

By | 4 Haziran 2008

İlginç Yolculuğun İbretlik Öyküsü

Giriş

Bu Röportaj, Adıyaman Güne Bakış Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Naif Karabatak tarafından hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Onun izniyle yazdığı metni burada yayınlıyorum. Karabatak’a teşekkür ederim Yazı o tarihlerde, Güne Bakış ve şu adreste yayınlanmıştır.
www.birmilyonkalem.com: 04 Haz 2008

Hacı Duran, 1961 yılında Mustafa ve Elif çiftinin 6 çocuğundan birisi olarak Besni’nin Sayören köyünde doğdu. İlkokulu köyde okudu. O yaşa kadar köyde yapılan tüm işlerle uğraştı. Bazen koyun güttü, bazen kuzu, bazen mercimek topladı, bazen nohut yoldu, bazen de yolu Adana’ya pamuk toplamaya düştü. Hâsılı köylünün değişmeyen kaderinde ne varsa Hacı Duran onu yaşadı. Bundan hiç şikâyetçi de olmadı, bütün bunları yaşadığı için kendisini mutlu sayanlardan birisi.

Sonrasında Besni Ortaokulu’na yazıldı, bir yıl sonra Adıyaman Ortaokulu’na yatılı öğrenci oldu. Oradan Sivas’a uzanan bir yolculuğu var.

Ve sonrasında üniversite hayatı. Cepte beş kuruş yokken hem okumak, hem geçinmek zorunda kalan Hacı Duran, pratik zekâsını konuşturarak hem okulda başarı elde etti, hem de iş hayatında, öyle ki kardeşine bile harçlık yollamaya başladı…

Neler yapmadı ki, bulaşıkçılıktan tutun, resepsiyonculuğa kadar, o iş yetmeyince şipşak fotoculuğa başladı. Öyle başarılı olmuştu ki, devam etseydi bugün ünlü bir fotoğrafçı olması kaçınılmazdı.

İstanbul’a adım attığındaysa bu defa büyük düşünmeye başladı ve turist rehberi oldu. Hem de önce “bilmeden” korsan rehberlik yaptı, sonra profesyonelliğe yükseldi. Derken Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne memur olarak girdi ve sonrasında yüksek lisans yaptı, doktorasını verdi, doçentliğe terfi etti ve yıllardır uzak kaldığı Adıyaman’da ise profesörlüğe yükseldi.

Kastamonulu Avukat Aysel hanımla evlendi, 1 erkek 2 kız olmak üzere üç çocuk babası, onlarla yakından ilgileniyor, evinin bahçesinde farklı çiçekler yetiştiriyor, özenle bakımını yapıyor, sabahları Karadağ’a kadar koşuyor. Yani sadece hayatı akademik değil, sosyal da.

Adıyaman Üniversitesi’nin bugüne gelmesinde büyük emeği olan Hacı Duran’ın kısaca hayat hikâyesi böyle ama bu kısa tarif onu anlatmaya yetmiyor.

Söyleşi için evini seçtik, o da misafirperverlik gösterdi ve bizi kahvaltıda ağırladı. Hem çayımızı yudumladık, hem Hacı Duran’ın ırgatlıktan profesörlüğe doğru uzanan ilginç yaşam öyküsünü dinledik.

Büyük bir keyif aldığım söyleşide her sorumuza açık yüreklilikle cevap veren Hacı Duran’a teşekkür ediyorum.

Yine söyleşide beni yalnız bırakmayan gazetemizin sahibi Mustafa Yücekaya ile güzel resimler çeken Mustafa Polat’a da teşekkür borçluyum.

Köyde Çocuk Olmak Farklı

Çocukluğunuzdan bahseder misiniz?

Köyde çocuk olmak farklı. Köyün bütün işleriyle uğraşmak zorundasınız ama ben köy işi yapmaktan mutlu oluyordum. Bazen nohut topluyor, bazen koyun güdüyordum, bazen de Adana’ya pamuğa bile gidiyordum. O zamanlar köyümüzde yol yoktu. İlk defa bir traktör gelmişti. Muhtemelen 1967’li yıllardı. Bunun ne olduğunu çocuklar birbirimize garip garip bakarak sorardık. “Bu neyle çalışıyor?” diye merak ederdik. Ne işe yarıyor doğrusu onu da bilmiyorduk.

Köyde okuma oranı nasıldı?

Bizim köydeki okuldan mezun olanların üçüncü kuşağıyım. Bizden önce iki sınıf mezun olmuştu. Dolayısıyla okuma yazma bilenlerin oranı çok azdı. Benden önce okula gidenlerin hepsi 10-13 yaşlarındaydı. İlk defa bizim zamanımızda benim gibi 7 yaşında okula başlayanlar oldu.

Okuldan bahsedelim…

Okulumuz iki derslikliydi Köyümüze gelen ilk öğretmende Anamurluydu. Köylüler kendisine bir de lakap takmışlardı “Tılmo” diye.

Neden Tılmo?

Hafif şişman, tıknaz birisiydi ama çok gayretli, köylülerle iyi diyalog kuran efendi bir adamdı. Köyün tarım işleriyle de uğraşırdı. Köyle ilgili anı defteri de tutmuştu, daha sonra bu defteri köye gönderdi.

İlkokuldan sonra?

İlkokulu bitirdikten sonra babamın beni ortaokula gönderip, göndermeyeceği belli değildi. Sonra öğretmenimiz çok ısrar edince babamda razı oldu.

Babanızın eğitime bakışı nasıldı, okuma yazması var mıydı mesela?

Babam köyde okuma-yazma bilen 6-7 kişiden birisiydi. Hatta en iyi bileniydi. Eskiden köy katipliği yapmıştı. Dolayısıyla hem eski yazıyı, hem yeni Türk alfabesini bilirdi. Zaten annesi de, yani babaannem de okur-yazar bir kadındı. O da köyün kadınlarına Kur’an okur, mevlid ve ilmihal kitapları okurdu.

Okula Gitmek, Siyasi Harekata Katılmak Demekti

Babanızın tereddüdü?

O zamanlar siyasi olayların olduğu kargaşa dönemleriydi. Okula gitmek, aynı zamanda siyasi bir harekâta katılmak demekti. Ama sonra Besni Ortaokuluna kayıt edildim.

Köyün yolu yok, araç yok Besni’ye nasıl gittiniz?

Yayan olarak tabii. Babam bize bir gaz ocağı, bir tencere, birer yatak ve bir de sırtımıza bir ay yetecek kadar ekmek verdi, yola düştük. Dört kişiydik. Abim benden bir yıl önce Besni Ortaokuluna kayıt olduğundan o bizden tecrübeliydi, düştük peşine. Giderken “şu köyde araba buluruz, bu köyde buluruz” diye Besni’ye vardık. Ortaokulun hemen yanında bulunan ve öğrenci evi olarak yapılan bir yeri babam bize kiralamıştı. Ev dediğime bakmayın bir tek odası vardı. Odada 6 kişi kalıyorduk, kirayı paylaşıyorduk. Tuvaleti dışarıdaydı. Oda hem banyoydu, hem mutfak, hem yatak odası, hem de ders çalışma odasıydı. Öyle bir şeydi işte (gülüyor)

Okula başladınız…

Başladık ama okulda farklı bir hava vardı. Bir tarafta köylüler, bir tarafta şehirliler. Biz de köylüler tarafındaydık. Doğal bir ezikliğimiz vardı.

Siyasi kamplaşma…

O da vardı. Biz sağcıydık, onlar solcu. O zamanlar Ülkü Ocakları yeni kurulmuştu. Abim vardı orada, Abdulkadir abi vardı (şimdi rahatsız Allah’tan acil şifa diliyorum) Sürekli kavga olurdu. O kavgaların hepsini ilk sene yaşadım. Fiilen hiçbir kavgaya girmedim, seyretmekle yetindim ama akranlarımla biz de siyasi tartışma yapardık. Küçüktük çünkü, kavga edecek kadar büyümemiştik demek ki…

O zamanlar bir din dersi öğretmenimiz vardı (Allah selamet versin) Onun benim üzerimde çok emeği var. Bana “Yatılı okul imtihanlarına gir” dedi. Onun yardımıyla Yatılı Okul İmtihanlarına girdim ve Adıyaman Lisesi’nin pansiyonunu kazandım. Besni’de bir yıl kaldıktan sonra Adıyaman’a geldim. Babam beni okula kaydetti.

Ezikliğiniz geçti mi?

Ne gezer, pansiyonda çoğunlukla Erzurumlular kalıyordu. Bu defa da Erzurumlu-Adıyamanlı sıkıntısını yaşadık. Biz Adıyamanlı olarak 5-6 kişiydik. Bizi bir şekilde dışlıyorlardı (gülüyor)

Sabaha Karşı Askerler Pansiyona Geldi

Okul devam ediyor ama…

Evet iki yıl Adıyaman Ortaokulunda okudum, pansiyonda kaldım. Siyasi olaylar gittikçe arttı. Sonra bir gece sabaha karşı pansiyona gelen asker ve polisler bizi dışarı çıkardı. “Giyinin” dediler giyindik, “eşyalarınızı paketleyin” dediler eşyalarımızı paketledik.

Neden?

Ne olduğunu anlamamıştık zaten. Ne diyorlarsa onu yapıyorduk. Bizi belediye ve cezaevinin araçlarına bindirerek il hudutları dışına çıkardılar. O şekilde Adıyaman’da ayrıldım. Sonra il hudutları dışında tasdiknamemizi verdiler, yanında yol harçlığımızı ve kumanyamızı.

Nereye gideceğiniz belli mi?

Nereye gideceğimiz tasdiknamede yazıyordu, Sivas’a…

Sebebini öğrenemediniz mi?

Yok ama 30 yıl sonra öğrendim. O zaman ciddi manada siyasi kavgalar vardı. Biz ondan sanıyorduk ama değilmiş. Belki etkisi vardır ama asıl sebebi 30 yıl sonra öğrendim. Adıyaman’a tekrar döndüğümde o tarihlerde neden tasdiknamemizin verildiğini, neden yollandığımızı araştırdım meğer pansiyona “çürük” ve “sağlıksız” raporu verilmiş ondan dolayı.

Gecenin bir yarısı mı götürülmeniz gerekirdi?

Onu bizde halen anlamış değiliz.

Sivas’a gittiniz…

Hemen gitmedik, önce köyümüze döndük. Okula gidecek miyiz gitmeyecek miyiz belli değildi. Babam, “bunlar gidip kavga edecek, başlarına iş açacaklar” deyip göndermek istemiyor ama biz de gitmek istiyoruz. Sonunda Sivas’a gittik. Sivas Lisesi’ni bitirdikten sonra Erzurum Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’ne kaydoldum. Kayıt olduğum yıl adı değişti, İlahiyat Fakültesi oldu.

Para durumun nasıl bu arada, çalışmaya ihtiyacın yok gibi…

Öyle değil. Daha önce yatılı okuduğumuz için paraya çok da ihtiyacımız yoktu. Erzurum’a gittiğimde babam bir yol parası, bir de kayıt parası vermişti. Kayıt yaptırdım, Adıyaman’a döneceğim ama cebimde dönüş parası yok.

Neden döneceksiniz ki, okul var.

Okulun açılmasına 45 gün var. Kalacak yer yok. Tanımadığım bilmediğim bir yer, ne yapacağım?

Ne yapacaksınız?

İş arayacağım. Tam üç gün boyunca Erzurum’da iş aradım.

Kalacak yer?

Terminalde yatıyorum.

Bulaşikçi Aranir

İş buldunuz mu?

Arıyorum, iş ararken bir baktım lokantanın birisinin camında bir ilan var; “Bulaşikçi Aranir” diye Erzurum aksanıyla yazılmış bir ilan var, yüzüm güldü. İçeriye girdim, işe talip olduğumu söyledim. Kim olduğumu, neci olduğumu sordu, anlattım. Üniversite talebesi bulaşıkçılık yapmaz” diyerek kabul etmedi. “Mecburum, yıkayacağım” dedim. Yarım saat adamla konuştum ve işi aldım. (gülüyor)

Sonra…

Sonra adam bana nerede yatacağımı sordu. Lokantada yatabileceğimi söyledim kabul etmedi. Beni yakındaki bir otele gönderdi. Gittim otele selamını söyledim, gecelik fiyatını sordum sanırım 45 liraydı.

Lokantada kaça anlaştınız?

Günlük 40 liraya.

Eee her gün 5 lira açık var.

(Gülerek) Ne yapayım, başka çare yok kabul ettim. Bir hafta bu şekilde çalıştım. Bir gün otelin sahibiyle resepsiyonda sohbet ederken bana resepsiyonda çalışıp, çalışmayacağımı sordu. “Olur” dedim. Günde 40 lira verecek ve otelde bedava. O zaman 80 lira kazanmış oluyordum. Böylece gündüz bulaşıkçılık, gece resepsiyonda çalışmaya devam ettim.

Okul açılana kadar…

Evet. Okul açıldı, bulaşıkçılıktan ayrıldım. Gündüz okul, gece resepsiyona devam ettim.

Ula İstanbul’dan buraya şipşakçı celmiş

Zor olmuyor mu?

Zor oluyordu tabii. Bir süre böyle devam ettim. Sonra baktım olmayacak, biraz da para biriktirmiştim. O parayla o zaman yeni çıkan Kodak marka bir fotoğraf makinesi aldım. Erzurum’da ilk kez “Şipşak Fotoğrafçılık” yaptım. Makineyi boynuma taktım, Erzurum sokaklarında “Foto Şipşak” diye gezdim. Baktım Erzurumlular başıma toplandı; “Ula İstanbul’dan buraya şipşakçı celmiş” diyorlardı.

Talep oldu yani.

Hem de çok, talep çok olunca bu iş tutar dedim. Sonra fotoğrafçılık yaptım, iyi de para kazandım. Hatta askerdeki ağabeyime para bile yolladım.

Bunlar iş hayatı, okula gelelim isterseniz…

Sivas Lisesi’nde matematik okudum, Arapçam yok, Kuran’ı Kerimi okumayı bilmiyorum. İlahiyata kayıt yaptırmışım, önce sıkıntı çektim. Benden başka herkes İmam Hatip mezunu, Arapçayı da biliyorlar, Kur’an’ı Kerimi de, hem de su gibi, bana öyle geliyor.

Ne yaptınız?

Hocalar Medrese hocalarından Arapça dersi almamı istediler. Ben de birisini buldum. Emsile adlı kitapta Arapça fiil çekim kurallarını öğretmeye başladı. Nasara (yardım anlamına gelen bir fiil) fiilinin fiil çekimiyle emsile eğitimine başladım. “Nasara, nasara, nasara” diye bir ay devam ettim ama bir şey anlamadım. Bunun böyle olmayacağını anladım ve hocadan ayrıldım.

Ama öğrenmeniz de gerekiyor…

İşi kendimin çözeceğine inanmıştım. Karar aldım sadece Arapça konuşacak, Kur’an okuyacaktım.

Hacı İyi Arapça Bilir

Nasıl olacak peki?

Bunun için önce Arap radyolarını dinlemeye başladım. Sürekli kulaklıkla Arap radyolarını dinliyor, Arapça bulduğum gazeteleri okuyor, g&#

252;nlük hayatta bildiğim oranda Arapça konuşuyordum. Bir gün hocalar baktılar ki ben Arapça konuşuyorum, hatta diğer öğrencileri geçmişim bile.

İlginç…

Daha ilginci okulda “Hacı iyi Arapça bilir” diye söylenmeye başlandı. İki yıl bu şekilde Erzurum’da okudum, sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine geçiş yaptım. Erzurum’da bana ait bir iş piyasası vardı, Ankara’da yoktu.

Ne yaptınız peki?

İşportacılığa başladım. Okul dışında işportacılık yapıyordum. Yazın ise İstanbul’a gidip gelmeye başladım amacım orada iş bulabilmekti.

Buldunuz mu, benimki de soru, bulmuşsunuzdur…

Benim beklentim bir lokantada, ya da herhangi bir turizm sektöründe garsonluk gibi bir iş bulmaktı.

Daha iyisini buldunuz.

Evet. Önce iş bulamadım, Ayasofya’da geziniyordum. Baktım Arap turistler. Arapçamı test etmek için iyi bir fırsattı. Araplarla bir süre sohbet ettik. Sonra ayrılmak istedim, “bize Ayasofya’yı gezdirir misin?” dediler. Olur dedim ve gezdirdim. Ayasofya hakkında bilgim vardı, bildiklerimi anlattım. Çok memnun kalmış olmalılar ki, Topkapı Sarayını da gezdirmemi istediler. Orayı da gezdirdim.

Bedava rehber.

Hayır, ayrılırken bir işçinin bir ayda aldığı maaşı bana bir defada verdiler. O zaman “ben rehberlik yapabilirim” dedim ve rehber oldum.

Ama kuralları var.

Onu sonra öğrendim. Öğrenci olduğum için bir süre beni idare ettiler. Sonra kursa gittim, belgemi aldım ve profesyonel rehber oldum.

Yarın: Molla Sadr’la Gelen Değişiklik

Molla Sadr’la Gelen Değişiklik
.
-Okul hayatı da geçiyor tabii.

Evet. Okulun 4’üncü yılında hayatıma yön veren bir başka olay oldu. İlahiyat Fakültesi beş yıllıktı. Okulu bitirmeden yüksek lisans yerine geçen tez hazırlamam gerekiyordu. Ben 5’inci sınıfı beklemedim, 4’üncü sınıfta aldım. Prof.Dr. Mehmet Bayraktar hocama gittim “Ben sizden tez almak istiyorum” dedim. Pek ilgilenmedi, “Git Molla Sadr’a bak” demekle yetindi.
.
-Baktınız mı?

Bırakır mıyım? Kütüphaneye gittim, araştırdım. Molla Sadr, 1700’lü yıllarda İran’da yaşamış, Suni ulema arasında Gazali’nin konumu neyse, Şii ulema arasında da Sadr’ın konumu aynı. Sadrettin Şirazi diye büyük bir düşünür. Çok önemli kitapları var, ciddi felsefi derinliğe sahip. 3-4 kitabını buldum ama hepsi el yazması, taş baskı. Ağır felsefi yazılar.
.
-Okuyabildiniz mi?

İnceledim okuyabiliyordum. Kitabı aldım, hocanın yanına gittim. Molla Sadra’nın “Varlık felsefesi ve hareket nazariyesini” inceleyeceğimi söyledim.
.
-Kabul etti.

Evet. Artık her gün okuyorum, yazıyorum ve hocaya gösteriyorum. Bir gün bana dedi ki, “Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde Alparslan bey var. O Amerika’da Molla Sadra üzerine Fazıl Rahman’la birlikte çalıştı. Git sana yardımcı olur” dedi.
.

Önce Güldüler, Sonra…

-Gittiniz.

Evet. Alparslan Açıkgenç’in yanına gittim. (Şimdi Fatih Üniversitesinde) Yanında bir de Teo Grünberk diye bir Profesör de vardı. Kendimi tanıttım, Molla Sadra’yı araştırdığımı söyledim. bana güldüler. Sonra bir metin çıkardılar ve okumamı istediler, okudum. Anlatmamı istediler anlattım.
.
-Şaşırdılar o zaman.

Evet, bu defa “sen bize lazımsın, bizimle akademik çalışmak istemez misin?” diye sordular.
.
-Fırsat ayağına geldi desene…

Ama ben normalde okulu bitireceğime bile inanmıyordum. O şartlarda okuyan birisinin akademik çalışma yapması da düşünülemezdi. Üstelik benim yabancı dilim Fransızcaydı ve onu da fazla bilmiyordum. Önce İngilizcemin olması gerekliydi. Düşünmediğimi söyledim ama düşünmemi istediler.
.
-Kaldı o zaman.

Okula döndükten sonra İngilizce öğrenmem gerektiğini düşünerek Amerika Kültür Merkezi’nde dil kurslarına yazıldım. Akademik hayata yönelmem de böylece başlamış oldu.
.
-Doktora da var.

O sonra, akademik çalışmaya başlayınca bu defa doktora yapma isteği uyandı. Yine İstanbul’a gidiyorum ama hep gözümde de rehberlik var. Bu arada nerde bir sınav açılsa ona da giriyorum, belki bir kadroya geçerim diye. Girdiğim her sınavı da kazandım ama üniversitede doktoraya başlayınca kaldı. Sosyal yapı ve sosyal değişim diye bir program vardı. Felsefe ve sosyoloji merakım olduğundan müracaat ettim.
.

“Amiran Bey!”

-Böylece doktoraya da başlamış oldun.
.
Ama ilginç bir anım var. Bölüm sorumlusu Amiran Kurtkan’dı. Odasına gittim, içeride bir bayan vardı; “Amiran beyle görüşeceğim” dedim, “benim evladım” dedi. Meğer sıklıkla erkek ismi sanan çokmuş, (gülüyor) İsteğimi söyledim bana birçok kitap tavsiye etti. Tavsiye ettiği bütün kitapları okumuştum, hepsi de bende mevcuttu. Sonra sınava girdim, kabul edildim ve doktoraya başladım. Bir yıl sonra Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde “Arşiv Elemanı” olarak göreve başladım, aynı zamanda doktorama da devam ediyorum.
.
-Doktoranın konusu neydi?

Türkiye’de işgücü verimliliğini etkileyen sosyal ve kültürel unsurlar. Bir insan daha verimli nasıl çalışır, bir kurum daha verimli bir hale nasıl getirilir gibi…
.
-Hiç memlekete gelmediniz mi?

Arada geliyorum ama çok kısa mesafeli. Bir defada iş için geldim. Bir grup turisti Diyarbakır’a götürüyordum, köyümüze de uğradık ayran içtiler.

.
“Abim Mendilden Kravat Yapmıştı”

-Bu arada, ortaokuldaki o ürkekliğiniz, çekingenliğinizden eser kalmamıştır değil mi?

Yo canım o ortaokuldaydı. Şimdi şöyle lastik ayakkabıyla okula gidiyorduk. Elbisemiz eskiydi. Kravatım yoktu ağabeyim bir mendili kravat şeklinde bağlamış boynuma takmıştı. Öğretmenler bize gülüyordu ama o zaman neden güldüklerini anlamıyorduk. Tabii ki ürkekliğimiz bundandı sonra kalmadı.
.
-Önceleri profesör olmayı düşlediniz mi?

Hayır hiç olmadı. Ben normalde okulu bitireceğime bile inanmıyordum ki profesörlüğü düşüneyim.
.
-Şimdi geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?

Düşünemediklerimi, hayal dahi edemediklerimi yüce Rabbim bana nasip etti.
.
-Konuyu dağıttık, iyisi mi Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ndeki işinize dönelim.

O zamanlar Turgut Özal ile Hasan Celal Güzel’in girişimiyle Osmanlı arşivleri tasnif ediliyordu. Bunun için 600 kişiyle birlikte işe alınanlardanım. Yani basına yansıyan Ermeni evraklarını biz tasnif ediyorduk. Doktora tezim verimlilik olunca benden arşiv hizmetlerini daha verimli hale getirmem istendi. Bende Türkiye’de ilk kez (kamu kurumlarında) uygulanan bir yol takip ettim. İş etüdü, iş analizi ve performansa dayalı çalışma başlattık. Başarılı da olduk verim çok arttı.
.
-Doktora ne oldu?

Doktora bittikten sonra Devlet Arşivleri’nden istifa ettim, Sakarya Üniversitesine geçtim. Orada Kurumlar Sosyolojisi Ana Bilim Dalında çalışmaya başladım. Orada doçentliğe hazırlanmaya başladım. Yine iş etüdü, iş analizi yapıyorum. Hatta Pendik ile Tuzla Belediyelerinde de iş analizi yaptım, arada bir gidiyordum.
.
-Sakarya özel bir tercih mi?

Adıyaman Ortaokulunda okurken, MTTB’nin İstanbul’da bir toplantısı vardı. Adıyaman delegesi olarak katılmıştım. Sakarya’dan geçerken çok hoşuma gitmiş, içimde yer etmişti. Daha sonra da İstanbul’a gidip gelirken bu isteğim canlandı.
.
-Turist rehberliği de bitti değil mi?

Hayır. Üniversiteye geçtikten sonra daha da canlandırdım. Bu defa ders veriyordum ama. İstanbul Turizm Müdürlüğünün açtığı rehberlik kurslarında hoca oldum.
.
-Sakarya’da yaşam nasıldı?

İstanbul’dan sonra Sakarya’da yaşamak çok güzel. Çünkü çok sakin, temiz, yeşil, kendinizi ifade edebileceğiniz bir yer. Bir de İstanbul’a yakın. İstanbul’un külfetini çekmiyor, sefasını sürüyorsunuz. Her hafta sonu etkinliklere katılırdım. Niyetim Sakarya’da kalmaktı.
.

Adıyaman’a Dönüş

-Ama olmadı, neden?

Beni iki şey etkiledi. Birincisi Manisa’da Cumhuriyet Savcısı halamın oğlu vardı. Allah rahmet eylesin trafik kazasında vefat etti. O vefatı görünce, yalnızlığını yaşayınca, aileden, akrabadan, tanıdıklardan kimseyi görmeyince etkilendim. Bir gün bende Adapazarı’nda hak vaki olduğunda böyle yalnız mı olacağım diye düşündüm.
.
İkincisi?

17 Ağustos (1999) depremi diğer etkendi. Depremi yaşadık. Evimizde yatıyorduk. Deprem süresince kıpırdanamadık. Allah o korkuyu kimseye yaşatmasın. Çünkü kontrol edilemeyen korkular çok daha büyük korkulardır. Dökülmüş inşaat molozları ve karanlıkta yerinden çıkmış olan kapı aralıklarından zor bela gece kıyafetleri ile dışarı çıktık. İki saat sonra her taraf kokmaya başladı. Çocukların hayatın yıkıldığını görmesini istemedim. Çünkü ne su var, ne telefon, ne elektrik, ne ekmek.. Hayat sıfırlanıyor. Çocukları hemen alarak Adıyaman’a geldik.
.
-Sonra tayin oldun.

Hayır, annem “buralara dönmezsen sana hakkımı helal etmem” dedi. Benim niyetim bir süre kalıp dönmekti. Olmadı. O zaman eğitim Fakültesi yeni kurulmuştu. Gaziantep’e bağlıydı. Gittim rektörle görüştüm, kadromla gelirsem evet diyeceğini söyledi, mecbur kaldım. Rektör, Adıyaman’da kimsenin durmadığını, benim Adıyamanlı olduğumu, memleketime hizmet etmem gerektiğini söyleyerek kadromu getirmemi istedi.
.
-Böylece Adıyaman hayatınız başladı. Fakülteyi ilk görmenizi anlatır mısınız, farklılık var mıydı?

Olmaz mı, fakültede sadece iki sınıf var, 80 öğrencili. Kocaman bir üniversiteden gelmişim, cıvıl cıvıl bir ortam, binlerce öğrenci, yüzlerce hoca var, akademik bir ortam var.
.
-Boşlukta kaldınız.

Evet kendimi boşlukta hissettim. Bir de sosyoloji konusunda beni anlayan kimse yok. Derdimi anlatacağım, paylaşacağım kimse yok. Kitap yok, kütüphane yok. Hafta sonu konferanslara ve panellere giderdim. Hiç biri yok.
.

“Bana Bir Doktora Versene!”

-Şehir var.

Şehri geziyorum yarım saatte bitiyor. Okula gidiyorum 80 öğrenci, 3-4 öğretim görevlisi var. İlk altı ay çok zorlandım. Ancak Adıyamanlıyım. Bu şartlara alışmalıyım diyerek çalışmaya başladım. Ancak ilk zamanlar ilginç şeyler de yaşadım.
.
-Ne gibi?

Mesela sınıfa gidiyorum bütün öğrenciler ayağa kalkıyor.
.
-İyi ya saygılılar.

Değil, üniversite öğrencisi sınıfta ayağa kalkarak saygı göstermez. Çalışmasıyla, sorumlu davranışı ile saygı gösterir. Çünkü kendi kendine sorumluluk duygusu geliştirmeli. Özgüven oluşturmalı. Gerekirse hocayla bilgi konusunda rekabete girmeli.. Öğrencilere “bundan sonra benim dersimde ayağa kalkmak yok” ilk altı ay böyle şeyler yaptım, böyle delilikler (gülüyor)
.
-Fakülte ortamı da yok.

Bunun için de ilk yapmam gerekenin bir fakülte ortamı oluşturmak olduğunu bilerek çalıştım. Bu çok önemlidir. Fakülte ve üniversite sadece derslerle oluşmaz. Aynı zamanda birde atmosfer oluşturmak gerekir.
.
-Adıyamanlılardan tanıdık yok mu?

İlk geldiğimde, Adıyaman’da beni fazla tanıyan yoktu. Kendimi tanıtmak için çaba da sarf etmedim. Umut da dağıtmadım. Akademik adaba uygun bir şekilde davranmaya çalıştım. Bazen de çok garip isteklerle karşılaştım.
.
-Ne gibi?

Bir belediye başkanı: “bana bir doktora ver” dedi. Şaşırdım. Üniversite’de yüksek lisans, doktora eğitimi nedir? Bilmiyor. Kendisine anlattım. Sen işi yokuşa sürüyorsun dedi. Ben önce adamın şaka yaptığını sanmıştım.
.
-Nasıl yani, kolay mı o kadar?

Ben de anlamadım. Kimse üniversitede nasıl statü elde edilir, yolu nedir, akademik kariyer nedir, doktora nedir, yüksek lisans nedir bilen yok.
.
-Tabii yok diyorsunuz.

Ben yok diyorum ama bu defa rektöre gidiyorlar. Rektörde başından savmak için bana havale ediyor. Öyle sıkıntılar yaşadım. Öğrenci sayısını arttırmak lazımdı. Bunun için ikinci öğretimi açtık. Matematik, sosyal bilimler.. Bir de sağa sola haber salıyorum “doktorasını yapmış tarihçi, matematikçi, biyolog arıyorum” diye.
.
-Bulabildiniz mi?

Evet, 2-3 yıl içinde doktoralı epey arkadaş bulduk. Fakültenin alt yapısı bu şekilde oluştu.
.
-Profesörlük tezini Adıyaman’da mı yaptınız?

Profesörlük tezi diye bir şey yok, doçentlikte var ama Adıyaman’da profesör oldum.
.
-(Gülerek)O zaman bu soruyu es geçeyim de cahilliğim ortaya çıkmasın.

Hayır eskiden vardı, siz eskisiniz ya (gülerek) ondandır.

.
Koç Vakfı’na Mektup

-Fakültenin alt yapısını oluşturdunuz ama fakülte de yetersiz. Sonra yeni bina yapıldı, onun hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?

Tabii. Hatırlarsanız Mustafa V. Koç Adıyaman’a gelmişti. Adıyaman’daki gezi programında İlhan Subaşı ve Belediye Başkanı Necip Büyükarslan, Mustafa Koç’tan Adıyaman’da maliyeti yaklaşık 600 milyar tutarında olan bir kültür sarayı binası yapması talebinde bulunmuşlar. Koç bu istek üzerine “konuyu arkadaşlarımızla görüşelim, ondan sonra duruma bakarız” demiş. Belediye başkanı Necip Büyükarslan ve İlhan Subaşı 14 haziran 2004 tarihinde Eğitim Fakültesine gelerek konuyu bana açtılar. Daha önce resmi kuruluşu bizzat benim çabalarımla başlayan, ancak Sümerbank binasının özelleşmesinden dolayı faaliyete geçemeyen ve binası olmayan Mesleki ve Teknik Eğitim fakültesi için talepte bulunulmasının daha gerçekçi olacağını kendilerine ilettim. Her ikisi de bu talebimi haklı buldu. Bunun üzerine Koç Holding’in adresini İlhan Subaşı’ndan aldım. Sayın Şeniz Akan’la irtibat kuracağımı bana İlhan Subaşı söyledi. Konuyu Gaziantep Üniversitesi rektörü sayın Prof. Dr. Hüseyin Filiz’e açtım. O da projelerin hazırlanmasında bana destek vereceğini belirtti. Bir hafta içerisinde Gaziantep Üniversitesi’nden bir ana bina çevresinde üç laboratuar ve bir tane de bilgi işlem merkezi binasından oluşan beş ayrı ünitenin oluşturduğu bir proje hazırladım. Hazırladığım projeyi anlatan ve isteğimizin gerekçelerini izah eden bir tanede mektubu sayın Mustafa Koç’a hitaben yazarak sayın Şeniz Akan’ın adresine gönderdim.
.
-Mektupta neler vardı?

Mektup uzundu ama önemli bölümlerini çıkarayım. (Notlar arasında bir mektup bulup çıkarıyor, imzalı mektubun bazı bölümleri şöyle)
.
“Adıyaman Mesleki ve Teknik Eğitim Fakültesi, Gaziantep Üniversitesine bağlı olarak Bakanlar Kurulunun 01/07/2003 tarih ve 2003/5866 sayılı kararlarıyla kurulmuştur. Ancak fakültenin hizmet göreceği bir binası mevcut olmadığı için, bu güne kadar faaliyete geçmesi mümkün olmamıştır. Bundan dolayı Mesleki ve Teknik Eğitim Fakültesinin bir dekanı ve öğretim üyesi de henüz yoktur.
.
Bu durum, üniversite özlemi içinde olan Adıyaman halkını ve esnafını her gün daha da çok üzmektedir. Ayrıca hatırlatmak isterim ki halen Adıyaman’da bulunan, bünyesinde 1200 öğrencinin öğretmenlik eğitimi gördüğü ve yirmi altı tane öğretim üyesi bulunan Adıyaman Eğitim Fakültesinin kuruluşu da daha önce binasızlıktan dolayı tam on yıl gecikmişti. Adıyaman halkı, bu tür acı tecrübelere sahip olduğu için mesleki ve Teknik Eğitim Fakültesinin de aynı akibete uğrayacağından endişe etmektedir.
.
Zat-ı alinizin ve Koç ailesinin, ulusal ve yerel kalkınmaya öncülük eden gönüllü eğitim yatırımlarını başarıyla gerçekleştirdiğini ben ve Adıyaman halkı bilmektedir. Genç Cumhuriyetimizin ve güzel ülkemizin birçok yerleşim merkezinde KOÇ ailesinin yaptırdığı okulların, yurtların ve gönüllü hizmet merkezlerinin isimlerini ve hizmetlerini gıpta ile izlemekteyiz.
.
En büyük arzumuz, son yıllarda çocuklarını çağdaş değerlere göre yetiştirmek ve üretken birer birey haline getirmek için çaba sarf eden ve bu amaçla illerinde bir Üniversite’nin kurulmasını arzu eden Adıyamanlıların bu isteğine yapacağınız bu fakülte binasıyla karşılık vermenizdir.”
.
-Sonra ne oldu?

Bundan sonra telefon görüşmeleri süreci başladı. Tam olarak bilmiyorum ama haftada en az bir defa Şeniz hanım’ı aradığımı ve projelerimin değerlendirmeye alınıp alınmadığını sormaktan usanmadığımı iyi hatırlıyorum. Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim ayları konuyu telefon görüşmeleriyle izlemekle geçti. Sonra yetmedi, sayın Mustafa Koç’u makamında ziyaret etme talebinde bulundum. Ve beklenen görüşme talebini aldım. 27 Ekim 2004. Gelişmeyi yeni atanmış olan Gaziantep Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr. Erhan Ekinci’ye ve Adıyaman Belediye Başkanı Sayın Necip Büyükarslan’a açtım. Onlarla birlikte, Holding’e gitme önerisini götürdüm. Her ikisi de çok iyi karşıladı. Sonra YÖK’teki bir toplantısından dolayı, rektörümüz gelemeyince görüşmeye Belediye Başkanı ile birlikte gittik. Proje önerimizle ilgili konuları, Koç Holding Kurumsal İletişim Grubu Başkanı sayın Hasan Bengü, Vehbi Koç Vakfı Genel Müdürü Sayın Erdal Yıldırım ve koç Holding Resmi İşler Koordinatörü danışmanı, Sayın Refik Germirli ile görüştük.
.

Yarın: İlk İzlenimler…

İlginç Yolculuğun İbretli Öyküsü 
    (3 ve Son)
Adıyaman Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hacı Duran’la Güne Bakış Gazetesi’nde yayınlanan ve Naif Karabatak’ın kaleme aldığı “Her Telden Her Dilden”e konuk olduğu “Irgatlıktan Profesörlüğe İlginç Yolculuğun İbretli Öyküsü”nün bugün üçüncü ve son  bölümünü yayınlıyoruz
İlginç Yolculuğun İbretli Öyküsü
 
-İlk izleniminiz nasıldı?

Görüşmelerdeki ilk izlenimim gönderdiğim mektubun çok ayrıntılı olarak incelenmiş olması, projelerin ciddi manada değerlendirmeye alınması ve talebimizin sıcak karşılanması oldu.  Görüşme sıcak bir havada gerçekleşti. Fakat Adıyaman’da Kurulacak olan bir binanın verimli olarak kullanılıp kullanılmayacağı konusunda her üçünün de ortak tereddütleri vardı. Resmi bürokratik uygulamaların ve çekişmelerin, yaptıkları binaların verimli kullanılmasını engellediğini anlatmaya çalışıyorlardı.  Bu tereddütleri izale etmek için Adıyaman Eğitim Fakültesi’nde nasıl bir eğitim verdiğimizi anlattım. Yetiştirdiğimiz öğretmenlerin kalitesini ve bulundukları bölgelerdeki görev heyecanlarını örnek olarak anlattım. Yapılacak olan bu binanın verimli kullanılması konusunda kendilerine her türlü teminatı verdim. İnşa edilecek bu binanın,  eğitim-öğretim için hiç de elverişli olmamasına rağmen çok verimli olarak kullandığımızdan emin olduğum Eğitim Fakültesi binası gibi verimli olarak kullanılacağına dair söz verdim. Öğretim üyelerimiz, öğrencilerimiz ve idari personelimizle gerçekleştirdiğimiz etkinlikleri, köy gezilerini, tiyatro sunumlarını, öğrenci kulübü etkinliklerini samimi bir dille muhataplarıma anlattım.  Son olarak şunu kendilerine ifade ettim: Eğer Teknik Eğitim Fakültesi’nin kuruluşu; binanın tamamlanmasına kadar gerçekleşmezse, Eğitim Fakültesini yeni binaya taşıyacağımı ve yapacakları binayı mutlaka ne pahasına olursa olsun verimli olarak kullanacağımı söyledim

-Nasıl baktılar?
Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kuruluna götüreceklerini ve yönetim kurulunun karar vereceğini belirttiler.
-Sonra?


Daha sonra konuyu telefonlarla takip etmeyi sürdürdüm. Bu kez muhatabım Vehbi Koç Vakfı Genel Müdürü Sayın Erdal Yıldırım’dı. Görüşmeleri onunla sürdürdüm. Erdal Bey 2004 Aralık ayının ikinci haftasında,  müjdeyi bana verdi. İlk iş olarak fakültedeki öğretim elemanı personelimizle, bu müjdeyi paylaştım. 2005 Şubat’ında Sayın Erdal Yıldırım ve Koç Vakfı İnşaat koordinatörü Sayın Fahrettin Ayanlar Adıyaman’a ziyaretime geldiler. Binanın yapılacağı alanı kendilerine gösterdim. Bu arada İnönü Üniversitesi’nden binanın yapılacağı alan için arsa tahsisi talebinde bulunduk. Onlarda bu talebimizi uygun görerek şu an binanın üzerinde yapıldığı alanın kullanım hakkını Gaziantep Üniversitesi’ne tahsis ettiler. Ve 14 Haziran 2005 yılında binanın temeli Sayın Mustafa Koç’un katılımıyla görkemli bir törenle atıldı. Adıyaman sivil toplum kuruluşları törene anlamlı bir hava kazandırdılar. Tören yoğun bir ilgiyle gerçekleşti.

 
Gelelim yazarlık yönünüze, ilk kitabınız ne zaman çıktı?
İlk kitabım 2002 yılında yayınlandı. Endüstri Çağının Dinamikleri adlı kitap. Daha önce 1987 yılında “Teokrasi ve Laiklik” adıyla bir makalem Türk Yurdu dergisinde yayınlanmıştı. Daha sonra, endüstri sosyolojisi, etnik sosyoloji, tarih sosyolojisi, eğitim sosyolojisi, Din sosyolojisi alanlarında 24 tane makalem yayınlandı. İlim ve Sanat, Türk Yurdu, Yeni Türkiye, Türk Dünyası Araştırmaları ve Yerel Siyaset dergilerinde makalelerim yayınlandı.
Kitap olarak bir tane de ortak çalışmamız vardır. Onu da Sakarya Üniversitesi’nde bölüm başkanımız Prof. Dr. Musa Taşdelen ve İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Edibe Sözen’le birlikte hazırladık. “Avrupa’da Yeni Kuşak Türk Gençliği, Kimlik ve Uyum Sorunları” adıyla yayınlandı. “İş tatminini etkileyen sosyal ve kültürel unsurlar” adında yayınlanmamış doktora tezim de vardır. Bir de bilimsel toplantılarda sunduğum bildirilerim vardır. Bunların sayısı da sanırım yedi tanedir.
-Merak ediyorum bir makale konusunu seçerken neye dikkat edersiniz?
Özgün olmasına, malum konuları tekrarlamamasına, dikkat ederim. Her yazı mutlaka bir özgün fikir ortaya koymalıdır. Sosyoloji’de konu bulma sıkıntısı yoktur. Türkiye hem coğrafik, hem de toplumsal olarak sürprizlerin, beklenmeyen olguların çok sık rastlanıldığı bir ülkedir. Ancak çoğu kimse alışkanlıklardan ve söylencelerden dolayı bu ilginç durumları fark etmez. Bu bakımdan konu sıkıntısı hiç çekmedim.
-Merak ediyorum yaşamınızda bir plan uygular mısınız yoksa her şeyi oluruna mı bırakırsınız?
Başladığım işle ilgili olarak plan yaparım. Ancak hayatımı planlama gibi, geleceğimi biçimlendirme gibi bir alışkanlığım yoktur. Hayatı oluruna bırakırım. İşi plana göre yaparım. Çünkü iş sizin kurgunuzla ortaya çıkar. Bir sanatçının eserine gösterdiği özen ve verdiği duygu gibi. Hayal ederim. Ancak hayallerim gerçek hayattaki uygulamalara benzemez. Gerçek hayatta daha realist davranırım. Ama hayal etmede de çok uçuk davranırım. Hayallerim saçma sapan olabiliyor.
-Peki geriye dönüp baktığınızda bunu ben yaptım, benim çabamla oldu diyebileceğiniz eserleriniz?
Güzel bir soru. Allah inayet etmedikçe hiç kimse hiçbir şey yapamaz. Ancak insan olarak yine de yaptıklarımızı müşahhas bir şekilde ortaya koymak lazımdır. Şöyle sıralayabilirim: Ailem ve sahip olduğum birikim. Yazdığım kitaplar ve makaleler. Doktorada ve yüksek lisans programlarında yetiştirdiğim öğrenciler. Kendilerine ders verdiğim ve mezun ettiğim öğretmenler. Adıyaman Mesleki ve Teknik Eğitim Fakültesi’nin kuruluşu, Eğitim Fakültesi Akademik Altyapısı, Eğitim Fakültesi Vehbi Koç binası ve Adıyaman Üniversitesi Kuruluş Sürecini hazırlama çalışmaları.
-Bir sosyolog olarak Adıyaman halkını nasıl değerlendiriyorsunuz. Demin size sorduğum gibi, ortada bir planlama var mı, yoksa saldım çayıra Mevlam kayıra mı?
Adıyaman halkının kendi hayatı hakkında bir planı var mı yok mu? Hiç düşünmedim. Ancak ben de Adıyamanlıyım. Bu halktan birisiyim. Çok hırslı olanlar olduğu gibi, hayatı oluruna bırakanlar da vardır. Ancak çoğunluk kent ve toplum sorunları hakkında ikinci şıka göre davranıyor diyebilirim.
-Saplantılarınız ?
Bütün akademik çalışmalarımda modernizm eleştirisi vardır.  Her konuda modernizmin çelişkilerini şu ya da bu şekilde ortaya koymaya çalışırım.
-Nasıl bir eşsiniz?
Benim eşim beni nasıl görüyor, onun tanımlamasıyla söylemek lazım. O beni sever sayar. Demek ki iyi bir eşim.
-İlla da olacak dediğiniz bir şey yapılmadı, tavrınız ne olur?
Daha sonra yapılır diye düşünürüm.
-Baba olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Çocuklarıyla sevinen ve avunan bir adam.
-Onlara zaman ayırabiliyor musunuz?
Ayırıyorum.
-Evlilik tarihinizi biliyor musunuz?
(Gülerek) Hanım duymasın, sadece 1989 olduğunu, Mayıs ayı olduğunu biliyorum. Genelde evlilik ve doğum tarihleri konusunda evde eşimden ve çocuklardan fırça yerim.
-En son okuduğunuz kitap?
Michel Foucault’un “Deliliğin Tarihi” adlı kitabını okudum.
-Tam Cenk Gülen’e göre, Müzik dinler misiniz?
Evet, TRT’deki Türk halk ve Türk Sanat müziği programlarını dinlerim.
-Sanatçı tercihiniz var mı?
Sanatçıları fazla tanımam. Bu açıdan sanatçı tercihim yoktur. Ama ses güzelliği, ritm güzelliği ve anlam güzelliği, bir de beni çocukluğuma götüren sesler daha etkileyici olur.
-Sinemaya gider misiniz?
Yok gitmiyorum.
-Hiç mi?
Yok canım gittim. Ankara’da, İstanbul’da öğrencilik yıllarımda sinemaya giderdim. Adıyaman’da da Beynelmilel’e gitmiştim ama bana çok yaban geldi. Adana’da Adıyaman kültürü, nostaljik ideolojik saplantı gözüyle Adıyaman gibi bir şey çıkmış ortaya.
-En sevdiğiniz renk?
Kırmızı.
-En sevdiğiniz yazar?
Cemil Meriç.
-Yerelde?
Naif Karabatak ve Necati Atar.
-Sosyolog gözüyle Adıyaman basınını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adıyaman’daki yerel basını değerlendirirken, tüm Türkiye’deki yerel basına bakmak gerek. O nedenle bütün yerel basına baktığımızda onlar ne durumdaysa, Adıyaman basınının da o durumda olduğunu görüyoruz. Profesyonel gazetecilik yapıldığını söyleyemem ama bu sizin profesyonel olmadığınız anlamına gelmiyor. Çünkü profesyonel gazetecilerin yerelde barınması mümkün değil. Sorun sadece yerel basının çalışmalarından kaynaklanmıyor. Yerelde kimse gazeteleri haberleri için almıyor, yazarları okumak için almıyor “bana ait bir şey var mı?” diye bakıyor. Hâlbuki gazete bir kültür için alınır, haber için, yorum için. Parasıyla gazete alınmayan bir ortamda profesyonellikten söz etmek mümkün değildir. Yerelde basının en önemli sıkıntısı bu. Gazete satmayınca bu defa yerel basın çıkar çevrelerince ablukaya alınmak isteniyor. Ne acı ki bazı yerlerde şartlar tamamen buna zorluyor. Ben bunu da yadırgamıyorum, önce özgür olması lazım.
-Basın özgür değil mi?
Bir bürokrat ne kadar özgürse basın da o kadar özgürdür.
 
Kavramlar
-Laiklik nedir?
Anlamı konuyu konuşan her kes tarafından, sürekli değiştirilen muğlak bir kavramdır.
-Demokrasi deyince aklınıza ne gelir?
Herkesin keyfine göre yorumladığı karmakarışık bir kavram. İnsanların kendi çıkarları söz konusu olduğu zaman, kendi problemleri olduğu zaman savunduğu bir değerdir.
-“Hak” deyince ne anlarsınız?
Haksızlık yaşandığı zaman hissedilen duygu..
-Toplum olarak haklarımızı biliyor muyuz?
Fazlasıyla biliyoruz ama hangi hakları kastediyorsunuz. Toplum olarak dediğiniz zaman gerçek haklardan değil, çıkarlardan bahsetmek daha doğrudur.
 
Tek Soru Tek Cevap
(Bu bölümde Sayın Duran’a tek kelimelik sorular sordum ve ilk aklına gelen cevabı vermesini istedim.)
 
Kitap: Zenginlik.
Sanat: Hoşnutluk, mutluluk, güzellik.
Renk: Doğal.
Üniversite: Eğitim.
Rektör: Yönetici.
Adıyaman: Güzel, sakin, dingin.
Kadın: Hayatın kendisi.
Para: Araç.
Aşk: Her şeyin olgunlaştığı yer.
Sigara: Avunma.
Halk: İlahi tecellinin toplumsal anlamı.
Yönetim: Yapaylık.
Kaos: Gerçek Yaşam.
Savaş: İstenmez ama kaçınılmaz.
Barış: Mutluluk.
 
Turizm
-Turist rehberliği de yaptınız. Size dışarıdan birisi Adıyaman’ı sorsa nasıl anlatırsınız?
Adıyaman çok güzel ve çok temiz bir şehir. İnsanları çok uyumlu, efendi ve saygılı. Yabancıya düşkün ve ona yardımcı olurlar. Adıyaman daha çok Akdeniz kenti havasını veriyor, tatil kenti gibi. İnsanlar fazla hareketli değil, yavaş hareket ediyorlar. Bu açıdan tatil kasabasını andırıyor. Bu da şehre güzellik katıyor.
-Dışarıdan birisi Adıyaman’ın en önemli 5 tarihi eserini sayın derse önce hangilerini sayarsınız?
Nemrut tümülüsü, Cendere Köprüsü, Üçgöz Tümülüsü (Nemrut’un açılmış olanları. Nemrut’un altında ne var diye merak ediyorsanız Üçgöz’ü görmelisiniz) Göksu Köprüsü, Sayören kanyonu.
 -Adıyaman turizm pastasından hakkını alıyor mu?
Aksine, Adıyaman turizme sürekli pasta veriyor. Üç-dört otel ancak pastadan hisse alıyorlar. Festivallerde, tanıtımlarda harcanan paranın bile çok azı ancak dönebiliyor.
Turist geliyor, ancak Adıyaman’a uğramıyor, otelden dışarıya çıkmıyorlar. Burayı görmüyor, burayı yaşamıyorlar.
-Adıyaman yeterince tanıtılmıyor mu?
Hayır tanıtılıyor. Çok da para harcıyorlar.
-Sorun?
Sorun tanıtılan eserlerin sunumunda. Tanıtım yapıyorsunuz “Herkes Nemrut’a gelsin” diye, geliyorlar. Ancak yerli ve yabancı turistlerin halkla, pazarla, çarşıyla iletişim kuracakları bir ortam yoktur. Bu iletişim olmayınca, turistin para bırakması zordur.  Türiste sunulan maddi bir ürün yok. Şöyle söyleyeyim: Tarihi, kültürel, coğrafik ve ekolojik varlıklar fazlasıyla mevcut. Ancak bunları sunan, bunlara eşlik eden sektörler yok. Turistin Nemrut’a gelmesi, aynı zamanda gelir de getirmesi, demek olmuyor.
-Ne olmalı?
Daha başka turistik amaçlı yatırımlarla desteklenmesi lazım.
-Mesela?
İlk aklıma gelen Nemrut Dağının yakınlarında doğal şartlarda ekolojik ortamda göçebe çadırları kurulabilir. Doğal yaşam alanları oluşturulabilir. Turistler ilginçliği sever, gelir orada konaklarlar. Hatta bir gece değil, bir hafta kalmak için can atarlar. Sadece bu değil orada Adıyaman ve Kahta yemekleri sunulur, süs eşyaları satılır. Bunlar turistlerin geçtiği kavşaklarda yapılır.
-Başka?
Mesela ben olsam, şu anda akademik görevim olmazsa Nemrut tümülüsünde aynı zamanda astronomi hakkında da sunumlar yaparım. Çünkü birçok gezegenin efsanesi Nemrut anıtlarına kazılmış. Yaz boyunca Nemrut’ta bir teleskop yerleştirir, gecenin 2’sinde, 3’ünde turistlere yıldızları, galaksileri gösteririm. O gösteri ucuz da olmaz, bir seansı 50 YTL. Alın size iş. Bunun gibi paket programlar hazırlamalı, ekolojik ortamda farklılıklar yapmalı. Bütün bunlar masraflı işler de değil. Turist garipliği sever, heyecan arar, ilginçliklerden hoşlanır. Bunları sunmak lazım.
Turisti Adıyaman’da tutacak paket programlar hazırlanmalı. Bu programlar Besni’ye, Çelikhan’a, Akdağ’ın zirvelerine, Güzel su kaynaklarına, Nehir yataklarına ve derin kanyonlara uzanmalı.
-Fikir danışan olmadı mı?
Turist rehberi olduğumu çoğu kimse bilir, ancak hiç kimse bu konuda yanıma gelmedi.
-Ciddi inanç turizmi potansiyelimiz de var.
Tabii. Şimdi inanç turizmi iki yönlü. Birisi Menzil. Diğeri Süryani kilisesi.  Menzil çok sayıda insanı Adıyaman’a çekiyor ancak onlarda Menzil’le sınırlı kalıyorlar. Oysa Şanlıurfa’ya inanç turizmi için gidenler, şehir merkezini de geziyorlar. Sadece bu değil Adıyaman’a eski Süryani komşularımız da geliyor. Onlarda fazla kalacak yer bulamıyorlar.
-Perre Antik Kenti gün yüzüne çıkarılırsa değişen bir şey olmaz mı?
Olmaz. Pere dediğimiz alan aslında kaya mağaralarıdır. Kentin yerleşim alanı hakkında henüz bir kazı yapılmadı. Ne olduğunu da tam olarak bilmiyoruz. O mağaralar son dönemde yapılan kazılarla kısmen açıldı. Ancak fonksiyonlarının ne olduğu mağara kapılarında yazılmalı. Bu mağaralarda ne tür arkeolojik eserler bulundu. Resimleri haritalandırılarak oralara yerleştirilmeli. Ortada yazılı bir şey yok, bilen de yok. Bunlar yapılmazsa, fazla bir şey getirmez. Kazı yapılan yerse kaya mezarları.
Adıyaman’da daha başka kaya mezarları da var. Mesela Fırat’ın sahil şeridinde kaya mezarları çok var. O kaya mezarlarına gitmek için merdivenler yapmak lazım, korkuluklar gerekir. Oraya giriş için yüksek ücret almak gerekir. Perre gibi değil 150-200 metre yukarıda kaya var, kayanın içinde odalar var. Göksu Mal Pınarı denilen mevkide de var. Turist buraları daha çok sever, çünkü onlar heyecan ister, macera ister, garip şeyler isterler.
-Biz de heyecana gelemeyiz.
Evet ama turist bunu ister.
-Hocam çok teşekkürler, zamanınızı aldık.
Ben teşekkür eder, başarılar dilerim.
 
 
İlginç Anekdotlar
Anekdot 1)
“Bu Çocuk ya iyi bir eşkıya olur, ya iyi bir alim”
Köyde Sofu Mahmut adında bir vatandaş Prof. Dr. Hacı Duran’ın babası Mustafa Duran’a arada bir tavsiyede bulunurmuş;
-Bu çocuğa dikkat et. Bundan ya iyi bir eşkıya olur, ya da iyi bir âlim. O nedenle bu çocuğu okut.
Yıllar sonra Profesör olduğunda köye uğrayan Hacı Duran’a, Sofu Mahmut, babasına kendisi hakkında söylediklerini hatırlatır. “Ben demedim mi, bu çocuk ya iyi bir eşkıya olur, ya da iyi bir âlim. Bak sözümü dinledi seni okuttu sen de iyi bir âlim oldun”
 
Anekdot 2)
Tarlada Gazete Merakı
30 yıl sonra Adıyaman’a dönen Prof. Dr. Hacı Duran’a, bir toplulukta eski bir minibüs şoförü yaklaşır.
-Hocam beni tanıdınız mı?
-Yok, tanıyamadım.
-Bundan 30 yıl kadar önceydi, siz lise talebesiydiniz. (O zaman Sivas Lisesi’nde okuyor)
-Evet.
-Yaz tatilinde köye gelmiştiniz. Ben de köye yolcu getirmiştim. Tarlada çalışıyordunuz, üstünüzde bir şalvar vardı, her tarafınız toz ve çamur içerisindeydi. Minibüsü durdurdunuz ve benden köye gelirsem gazete getirmemi istediniz ve para verdiniz.
-Hatırladım, ama nereden aklımda kalsın ki.
-Ben unutmadım. İlginç olansa yanımda oturan yolcu sizden ayrıldıktan sonra sordu “bu kim? Bu adam gazeteden ne anlar?” dedi. Ben de lise öğrencisi olduğunuzu söyledim. O zaman o yolcu; “Valla bundan korkulur. Bu bir gün büyük adam olacak. Bizim keratalar da lise talebesi, ama değil tarlada çalışmayı, kendi derslerini bile çalışmazlar. Talebeyiz diye forslarından yanlarında bile geçemeyiz.”