Aile, hayatın başından günümüze kadar insanın ve insanlığın varoluşunu ve sürekliliğini sağlayan bir kurumdur. İzafi, göreceli ve sonradan insan çabasıyla oluşturulmuş veya keşf edilmiş değildir. İnsan’ın maddi ve manevi varoluşunu sağlamaktadır.
Bir insan bedeni için, bedenin organları ve bu organlar arasındaki koordinasyonu sağlayan organlar ne kadar gerekli ise, insan için de aile o kadar gereklidir. Yani görme, duyma, hareket etme, anlama ve yapma kabiliyetini sağlayan organlar nasıl ki insanın gerçek varlığının asli unsurları ise, aile de insanın varoluşunu sağlayan ve sağlamaya devam eden asli bir organdır ve kurumdur.
Allah, insanın yaratılışını ailevi ilişkiler ve etkileşimlerle her zaman yeniden tekrarlamaktadır. Bundan dolayı aile insan için, toprak, su, hava ve ateş kadar önemlidir. İnsan nasıl ki susuz, havasız ve topraksız bir şekilde hayatını devam ettiremez ise, ailesiz bir şekilde de hayatını devam ettiremez, doğamaz, büyüyemez, çoğalamaz, insan gibi konuşmayı, anlamayı, yapmayı ve davranmayı öğrenemez.
Durum böyle olmakla birlikte, insan tarihinde; ailenin önemini, değerini ve ilahi köklerle ilişkisini gözardı eden gurplar ve insanlar zaman zaman ortaya çıkmıştır. Bu akımlar belirli toplumlar üzerinde etkili olmuştur. Aile mahremiyetini, değerlerini, kıymet hükümlerini, ilişki biçimlerini önemsemeyen toplumlara rastlanılmıştır. İnsanlar nasıl ki kimi zaman tevhid akidesini unutup, geçici ve yapay fikirlere, oluşumlara ve sembollere tapınıp sapıyorsa, aile değerlerine ve kurallarına göre yaşamama yönünden de benzeri sapmalar gösterebiliyor. Sodom halkı, Lut kavmi ve kabile asabiyetinden dolayı kadınların öldürülmesini benimseyen, sadece doğurganlıklarını önemseyen gruplar, aile konusundaki sapmaların örnekleridir.
Günümüz dünyası da maalesef böyle tehlikeli bir eğilimin içine girmiştir. Aile ve evlenme önnemsizleştirilmekte, çocuk bakımı ve çocuk eğitimi mukaddes yuvasından alınmaktadır. Kadın ve erkeklerin cinsiyetleriyle ilgili mahremiyetler çiğnenmektedir, saygı görülmesi gereken bedenler teşhir edilmektedir, pazar metaına dönüştürülmektedir.
Dünyanın bu tehlikeli gidişine karşı durması gereken müslümanlar ise hem Türki hem de Arap dünyasında, korkunç bir şekilde her şeyini sözüm ona demokratik değerler adına pazara dökmüş bulunmaktadır. Ahlak, adalet, fazilet, sevgi, saygı, merhamet, şefkat ve kudsiyet mücadelesi içinde olması gereken müslümanlar, dünyevi tahtları ele geçirme mücadelesine girmişler. Her toplumdan daha fazla kin ve nefret küpüne dönüşmüşler. Rüşvet yiyenleri sevebiliyorlar, katilleri mücahit olarak takdir edebiliyorlar, kalkınmaya, ekonomik güce ve çılgın yatırımlara tapınırcasına bağlanabiliyorlar.
Müslüman gruplar, hiç bir zaman tam olarak elde edilemeyecek bir siyasal iktidar ve bu iktidarın sağlayacağı çıkarlar adına Kuran’ın ayetlerini tevil etmektedir, bağlamlarından çıkarmaktadır, müminlerin himmetlerini ve kanlarını kötüye kullanmaktadır, israf etmektedir. Kutuplaşma, siyasallaşma, dünyevileşme, metalaşma ve şehevileşme gibi saplantılar, insanın ve müslümanın kendi tabiatından kopmasına sebep olmaktadır.
İnsanın ve müslümanın asli tabiatlarından birisi, belkide en önemli olanı ailedir. Aile ağlarının varlığıdır, aileye ait kıymet hükümlerinin uygulanmasıdır. Aile özetle yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı, çözülme sürecine girmiştir. Maalesef bu tehlikeli gidişatı fark eden çok az kurum vardır. Müslümanlar islami özle alakası olmayan değerlere o kadar çok yönelmiş ki, aile değerlerini bile unutma durumuna gelmişler.
Ailenin çözülmesinin sonuçlarını, tabiatın tahribatının sonuçlarıyla karşılaştırmak konuyu anlamak için iyi bir örnek olacaktır. Bilindiği gibi tabiatın ve çevrenin daha çok para kazanmak ve prestij sahibi olmak için tahrip edilmesi, tabii kaynakların gelişme, kalkınma ve ekonomik büyüme adına aşırı tüketilmesi insan türünün geleceğini ciddi bir tehditle karşı karşıya bırakmıştır. Yani dünyanın coğrafya ve iklim olarak yaşanabilir olmaktan çıkması, nasıl ki türümüz için bir tehdit ise, ailenin çözülmesi de öyle bir tehlikedir.
İnsan son yüzyıllarda; ilmi, teknolojik ve ekonomik ilerlemeye tapınma düzeyinde bağlılık duymuştur. Bu bilinçsiz ve sefih bağlılık ve tutum; su kaynaklarını tüketmektedir, toprağı tahrip etmektedir, yeşil alanları çöle dönüştürmektedir, havayı kirletmektedir, çölleri atıklarla kirletmektedir, topyekün bir çevre tahribatını gerçekleştirmektedir. Bu uygulamalar üzerinde yaşanan dünyayı bozmakta ve tabii kökeninden çıkarmaktadır.
İnsan bir taraftan tabiatı tahrip ederken, diğer taraftan insanın ve insanlığın kendisiyle kökleştiği, yetiştiği ve olgunlaştığı aileyi ve aileye ilişkin temel değerleri bozmaktadır. Evlilik, aile, akrabalık, büyüklere saygı, küçüklere şefkat, cinsiyet, beden dokunulmazlığı ve mahremiyeti konularında son yıllarda ciddi tahribatlara sebep olan anlayışlar ortaya çıkmıştır. Bu algılar hukuki kurallara dönüştürülmüştür. Ailesiz bir insan ve toplum algısı inşa edilmiştir. Bu algıyı inşa eden ibahi/eğlence gruplar, tahribatı bilinçli olarak yapmaya çalışırken, diğer kesimler de dolaylı olarak ailenin yapısını bozmaktadır. Bu konularda hassas olması gereken dini ve muhafazakar gruplar da olup bitenin farkına varmadan ailenin yıkılmasına kimi zaman katkı sağlamaktalar, kimi zaman ise seyirci kalmaktadırlar. Onlar, inançlarını ekonomik kalkınmayla taçlandırma ve zenginleşme ile sermayeye dönüştürme çabası içerisine girmekle, zaten aile gibi mukaddes yuvalarımızdan habersiz kalmaktadır. Onları ikinci plana atmış olmaktadırlar.
Medeniyet vakfının ve Genç birikim camiasının, herkesin başka şeylere odaklandığı bir ortamda, aile konusunu gündeme getirmesi, konunun uzmanlarını Kocatepe külliyesinde toplaması özel bir takdiri şayandır. Bir çok grup ve sosyal çevre, bindikleri geminin durumuna bakmadan, başarıya ve çeşitli dünyevi hedeflere odaklanmışlar, geminin su aldığını göremeyecek kadar coşku içine girmişler. Maalesef dini gruplarda, cemaatlerde ve siyasi oluşumlarda da benzeri saplantıları fazlasıyla görmekteyiz. Bu şartlarda hiçbir sosyal grubun ve ideolojinin hedefine ulaşması mümkün değildir. Çünkü onlar ilerlediklerini sandıkça, aslında batıyorlar. Battıklarını göremeyecek kadar saplantı ve sefahat içine girmişler. Medeniyet vakfı bu girişimi ile gerçekten neyi kayb ettiğimizi fark etmiş olmalıdır ki, bu sanal kıyamet tartışmasının karşısına asıl sorunumuzu koymuş bulunmaktadır. Aileyi bilimsel olarak tartışmaya ve konuşmaya açmıştır.
Medeniyet vakfının müslümanların ve insanların karşı karşıya kaldığı aile ilişkileri ve etkileşimleri ağına, kurallarına ve değerlerine duyarsızlık sorununu gündeme getirmesi, öyle inanıyorum ki sahih bir imanın ve hikmetli bir tahlilin sonucudur. Halis inanç ve İslamın hikmetiyle beslenen samimi duygular çok şükür ki bu kuruluşumuzda yeniden devreye girmiş bulunmaktadır.
Vakıf, farklı alanlarda uzamanlaşmış olan bilim ve hikmet ehli uzamanları Ankara’da Kocatepe külliyesinde bir araya getirdi. 17-18 Mayıs 2014 tarihlerinde yapılan toplantılar iki gün sürdü. Bu ilmi toplantılar sekiz ayrı oturum çerçevesinde yapıldı. Toplamda otuz ayrı tebliğ sunuldu. Konunun dini, ictimai, örfi ve hukuki boyutları üzerinde duruldu. Aile yuvasını tehdit eden unsurlar tek tek tartışıldı. Tebliğciler aile ağları ve değerlerinin karşı karşıya kaldığı tehditler konusunda ortak bir kanaate sahiptiler. Buna rağmen aileye yönelen tehditlerin illeti, şiddeti ve etkilerinin sürekliliği konusunda seviyeli ilmi münazaralar içine girdiler. Çok etkili bilimsel tartışmalar yaptılar.
Özellikle hanım tebliğcilerin gündeme getirdikleri konular çok önemliydi. Aile gibi bir konuda kadınların fikri manada çalışması, ilmi öneriler geliştirmesi ve konuyu kadın gözüyle söyleme dönüştürmesi sempozyuma ciddi katkı sağladı.
Aile sempozyumunda benim dikkatimi çeken bir diğer konuda dinleyicilerin büyük çoğunluğunun genç ve kadın olmasıydı. Üstelik iki gün boyunca bu gençler bütün konuşmaları ve tartışmaları hiç ara vermeden dinlediler, notlar aldılar. Sosyal medyanın, kitle iletişim araçlarının ve gündelik hayatın gailelerinin bu kadar çok etkili olduğu bir zamanda, gençlerin aile konusundaki ilmi tartışmalara ilgi göstermesi, hepimiz için umut verici oldu.
Sonuç olarak şunu belirteyim ki, aile, aile ağları, kuralları ve değerleri bizim en mukaddes varlıklarımızın başında gelmektedir. Ama biliyoruz ki insan nisyanla malüldür, yani çok sık unutur. Bazen kendini bile unutarak başka şeylerin peşinde koşturur. Bu insani zaafa karşı, Resulu Ekrem’in buyurduğu gibi “din nasihattir”. Yani unutmaya, önemsizleştirmeye karşı mukaddes değerlerimizi ve kurumlarımızı daha çok anlatmalıyız, konuşmalıyız, dinlemeliyiz. Medeniyet vakfının genç dinleyicileri de Aile konusunda usanmadan ve bıkmadan; sabırla, söylenen bütün hakikatleri dinlediler.
Bir aile toplantısı nasıl ki akrabayı ve taallükatı yeniden kaynaştırdıysa, Medeniyet vakfının genç birikimcileri de bizlerle öyle kaynaştılar, bütünleştiler. Ailenin önemine inanmış bir kitleyle karşı karşıya olma başlı başına bir motivasyon kaynağı oldu. Tebliğcilerin ve araştırmacıların çok daha ayrıntılı konuşmalar yapmasını sağladı.
Genç Birikim Haziran 2014 Ankara