Türkiye’de uzun zamandır, yüksek öğretim ve ortaöğretim okullarına giriş sınavlarında bir tartışma yaşanmaktadır. Tartışma sınavlarda başarısız olan ve hiçbir soruyu doğru cevaplandırmayan öğrenciler üzerinden yapılmaktadır. Başarısız öğrencilerin sayısının çokluğu, verilen eğitimin beklenen düzeyde başarılı öğrenci yetiştirmediğini belgeler gibi görünmektedir. Bu durum eğitim sisteminin sorgulanmasına neden olmaktadır. Tartışma bu minval üzere her yıl sınav sonuçları açıklanırken tekrarlanmaktadır.
Bu sınavların göstergeye dönüşen sonuçları, eğitim sisteminin başarısının bir göstergesi olarak mütalaa edilmektedir. Ben bu makalede bu başarısız öğrencilerin sayısının çokluğu üzerindeki tartışmalara ve bu bağlamda inşa edilmeye çalışılan soruna değinmeyeceğim. Çünkü öncelikle üniversiteye giriş sınavlarının, eğitimin başarısını ölçüp ölçmediğinden emin olmak lazım. Oysa bu konuda kesin bir yargıya varmak zor görünmektedir. Sınav süreci ile eğitim süreci biri birine paralel gitmiyor. Dolayısıyla “giriş sınavları sürecini” ve “eğitim sürecini” biri birinden ayırmak gerekiyor.
Üniversite giriş sınavlarına girip de başarılı oldukları varsayılan öğrencilerin psikolojik durumları üstünde duracağım. Baştan şunu belirteyim, sınavlara hazırlanma süreci içinde toplam kaç öğrencinin psikolojik durumunda bozulma meydana geldiği, kaç öğrencinin sınav kaygısından dolayı intihara teşebbüs ettiği ve toplam kaç kişinin intihar ettiğine dair sağlıklı bir istatistiki çalışmanın yapılmadığını belirtelim. Ancak gazetelerde ve görsel medyada, her yıl sınav sürecini katlanılmaz bir durum olarak gören bir çok öğrencinin, intihar ettiğine dair, bir çok haberin yayınlandığını biliyoruz.
Burada üstünde durulması gereken asıl konu, “üniversite sınavlarına hazırlanma süreci”nde yaşanan kişilik bozuklukları ve bu bozulmalara bağlı olarak vukua gelen intihar ve intihara teşebbüs olaylarıdır. Doğrudan doğruya “eğitim süreci”nde yaşanan başarı ve başarısızlıkların öğrenciler üstündeki psişik etkisi üstünde durmayacağım. Dikkat edilirse aslında, “eğitim süreci” ile “sınava hazırlanma sürecini” biri birinden ayrı görme durumunda kalmak bile başlı başına bir problemdir. Çünkü sınavlar sözüm ona alınan eğitimin içeriği kısmen de olsa düşünülerek hazırlanmaktadır. Ancak ortaya çıkan verilere bakıldığında, gerçek durum, hiçte kurgusal duruma benzemiyor. Yani “eğitim süreci başarısı” ile “üniversiteye giriş sınavı başarısı” birbirini tam da beklendiği gibi desteklemiyor. Ortaöğretim okulu birincilerinin sözü edilen sınavlarda beklenen seviyede yüksek puanlar alamaması, bir çoğunun çok az puan alması bu durumun örneğidir.
Dolayısıyla “eğitim süreci” ile “üniversite sınavlarına hazırlanma süreci”ni birbirinden ayırmak gerekiyor. Eğitim sürecinde öğrenciler arasında ders başarısına bağlı bir rekabet yaşanır. Bu rekabet eğitim ortamında yaşanan doğal bir rekabettir. Ancak bu çekişmelerin öğrenciler üzerindeki olumsuz etkileri Türk okullarında mevcut şartlarda fazla değildir. Ancak eğitim süreci başarısızlıklarına bağlı psişik bozukluklar bilhassa uzak doğu ülkelerinde örneğine sık rastlanılan vakıalardır. Eğitim süreci ile üniversite sınavına hazırlanma sürecini iki ayrı süreç olarak düşündüğümü ve Türkiye açısından sorunun üniversite sınavına hazırlanma sürecinde yaşandığını belirtelim.
Türkiye’de son yirmi yıldır, üniversite sınavlarına hazırlanma süreci, eğitim sistemini fazlasıyla etkilemektedir. Bu etkiden dolayı, eğitimin içeriği, öğrencilerin edindikleri kişilik tipolojileri, milli ve manevi değerler, eğitim ortamları ile bağlantılı olarak gündeme gelmiyor. Sınava hazırlama sürecinin oluşturduğu yanılsama eğitim kurumları ile ilgili bir çok değeri unutturdu. Bundan dolayıdır ki üniversite sınavı sonuçları, her türlü eğitsel başarıyı ölçen bir gösterge oldu, bir simulasyona dönüştü.
Eğitim ortamı sürecinin aktörleri konumundaki öğrenciler de kendilerine verilen derslerin bir çoğunu gereksiz ve faydasız görebilmektedir. Üniversite sınavlarına öğrencileri hazırlayan öğretmenler, okullar ve dershaneler daha çok tercih edilmektedir. Veliler de çocuklarının sınav başarısı için her türlü fedakarlığa katlanmaktadır. Aile bütçelerinin büyük kısmını çocuklarına özel ders veren uzmanlara, dershanelere ve ilgili yayınlara vermekten geri durmuyorlar. Bu alandaki harcamalar her yıl katlanarak artmaktadır.
Eğitim sistemi eğitsel bir süreç olmaktan çıkmış, üniversite sınavlarına hazırlanma sürecine dönüşmüştür. İlköğretimin ikinci kademesinden itibaren, resmi eğitim programlarına rağmen öğrenciler ve okullar önce SBS’ye daha sonra, ÖSS’ye hazırlanmaktadır. Öğretmenlerin bir çoğu ve öğrencilerin tamamı, resmi programlarda yer alan din kültürü ve ahlak bilgisi, beden eğitimi, müzik, resim vb. bir çok dersi, sadece şeklî kuralları tamamlamak için gördüklerine inanmaktadır.
SBS ve ÖSS’ye hazırlanma süreci, öğrenciler arasında duygusal bir rekabet olmadan, sadece zihinsel becerilere bağlı olarak gerçekleşmektedir. Duygusal rekabet, gerçek hayatta, spor müsabakalarında, bedensel becerilerde, oyun ortamlarında ve birlikte bir iş ya da beceri eğitimi yapıldığında her zaman yaşanır. Sosyal ilişkinin ve etkileşimin olduğu ortamlarda gerçekleşir. Bu rekabet insanlara motivasyon verir. Gerektiğinde işbirliği ve dayanışma duygusu kazandırır.
Ancak sözü edilen sınavlarda sosyal ilişki ve etkileşim yaşanmaz. Herkes başarısını ve başarısızlığını kendine özel bir durum olarak görür. Hayattan kopuk bir zihni alanın inşasına yol açar. İnsanlarda hayata dönüş özlemi uyandırır. İşte böyle bir süreçte yaşanan rekabet ve yapılan eleme çoğu kere dayanılmaz ve katlanılmaz bulunur. Sonuçta sınavlara hazırlanma süreci, öğrenciler arasında pedagojik olmayan bir kaygı düzeyinin gittikçe artmasına, kişilik bozukluklarının çoğalmasına, bir çok öğrencinin asosyal bir kişilik edinmesine ve intihar girişimlerinin gittikçe artmasına yol açmaktadır.
ÖSS ile ilgili olarak medyada yer alan haber başlıkları bile durumun vahim olduğunu göstermeye yeter. Bilgi değil, eleme sınavı/ Sınavlar öncesi altın öneriler/ ÖSS heyecanı bitti ama gerilim devam ediyor/ÖSS taktikleri/Bu sene şampiyonlar çift/Sınavın son haftası/ 1.5 milyon yürek gelecek için çarptı/Sınav sonucu öldürdü/Eren hedefine ulaşamadan öldü/Büyük şehirlerin içler acısı durumu/Çelik:ÖSS öğrencileri katlediyor/Muğla`nın Fethiye İlçesi`ne tatil için gelen Ankaralı 2 genç, kendilerini ağaca asarak intihar etti. İki gencin üniversite sınavını kazanamadıkları için üzgün oldukları, bu yüzden intihar etmiş olabilecekleri belirtildi.
Yukarıdaki manşetler, sınavların sadece öğrencileri değil, aileleri de etkilediği ve bu etkilerin toplumsal bir söyleme dönüştüğünü gösteren somut örneklerdir. Anlaşılan konu sadece sınavı kazanamayanlar değildir. Sınavda düşük puan alanlar da değildir. Başarılı olduğu var sayılanlar da yaşadıkları acımasız ve kapalı rekabetin travması etkisinde kalarak üniversitede okumaya başlıyorlar. Mesela Kayseri’de ÖSS’ye hazırlanan öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırmada öğrencilere ÖSS ve Üniversite size ne hatırlatıyor diye sorulmuş. Verilen cevaplar durumun vahametini açıkça ortaya koymaktadır: “Üniversite… Yani ÖSS… Adı bile kesinlikle içime bir korku düşürüyor. Bu ad, bu kavram benim için çok önemli. Kazanamazsam gerçekten de ruhsal olarak büyük bir çöküş yaşayacağım ve kendimi tekrar iyi hissetmem o kadar zor olacak ki… Ne yapacağımı bilmiyorum. Tek alternatifimin kazanmak olduğunu düşünüyorum ÖSS, yaşamak ve yaşamamak arasında gidip gelmektir. ÖSS, beni yarış atı haline getiren, çarpık eğitim sistemimizin ne olduğunun belirsiz bir parçası. vb.” Basında yer alan bu araştırma sonucuna bakılırsa durum, tahmin edilenden çok daha kötüdür. Üniversitede ders veren birisi olarak her yıl bu travma ile üniversiteye kayıt yapan bir çok öğrencinin okuyamadığını, sürekli psikolojik destek alarak okuyabildiğini bizzat gözlemlediğimi belirtebilirim.
2000’de sınav kaygısından dolayı Adıyaman’da intihar eden bir öğrencimizle ilgili olarak yaptığım araştırmanın sonucu ile konuyu kapatalım:2000 yılı Şubat ayında: “Anladım ki artık yaşamayacağım. Derslerim çok kötü ve sınavı kazanamayacağım… Sizden son isteğim beni mezarımda rahat bırakmanız. Hepinizi çok seviyorum. Beni affedin.” yazılı notu bırakarak intihar eden Adıyaman Fevzi Çakmak lisesi öğrencisi, Abdurrahman Taştan’ın durumu, sorunun ciddiyetini ortaya koymaktadır. Adıyaman’da çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgilere göre iki bin yılı üniversite seçme sınavında iki kız öğrencimiz sınavım kötü geçti diye medikal ilaçlarla intihar teşebbüsünde bulunmuştur. Abdurrahman Taştan’ın intiharı ve iki kız öğrencimizin intihara teşebbüs etme vakıalarını öğrencilerin kişiliğine bağlamak yanlıştır. Ayrıca bu tür bunalımlarla karşı karşıya kalanların sayısının da çok fazla olduğunu düşünüyorum. Bunlar sadece resmi sağlık ve güvenlik kuruluşlarına yansıyan vakıalardan birkaç tanesidir. Çünkü Adıyaman’da sınavlara hazırlanma sürecinde gençlerin ve çocukların karşı karşıya kaldıkları bunalımlar halk arasında çok sık konuşulmaktadır. Taştan’ın notuna göre intiharın nedeni, okulda ve sınavlarda başarılı olamama kaygısıdır.
Sonuç olarak, üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanma sürecinde öğrencilerimizin karşı karşıya kaldıkları bunalımlar ciddi bir safhaya ulaşmıştır. Eğitim bilindiği gibi, kendi başına önemli bir değerdir. Eğitim alma ve verme süreci bir var olma ve ifade biçimidir. Ancak mevcut şartlarda bir araca dönüşmüştür. Kendi başına bir değer olmaktan çıkmıştır. Kadimin kültürün ve alışkanlıkların etkisi altında gerçekleşen bir yanılsamadan dolayı hala bir değer olarak görülmektedir. Halbuki günümüzde sadece öğrenciler arasında bir eleme mekanizması olarak işlem görmektedir. Bu elemelere yapılan hazırlıklar toplumsal bir tavra ve tutuma dönüşmüştür. Bundan dolayı da aslında öğrenciler eğitimden haz alma yerine rekabete ve elemelere hazırlanıyorlar. Bu elemelerin kurbanı olarak sonuçta her yıl bir çok öğrencinin psikolojisi bozulmaktadır, bu bozulma intihar girişimlerine yol açabilmektedir. Eğitim ortamlarını eleme süreçlerinden ayırmak bu bakımdan zorunlu bir durum haline gelmiştir.