Yitik Tarihin Aynasındaki Araplar ve Türkler

By | 9 Kasım 2011

Arap ve Türk tarihleri 90 yıl öncesine baktığımız andan itibaren birleşirler. Ancak 90 yıllık ayrılığın ciddi bir hafıza kaybı yarattığı da gerçektir. Bunu Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde geçen hafta bir daha yaşadık.

Irak Milli Islahat Hareketi’nin başta gelen yöneticileri ve düşünürleri geçtiğimiz hafta Ankara’daydılar.  Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde onları ağırladık. Muayyed Ubeydi heyetin başkanlığını yapmaktaydı. Ubeydi, Irak Eski Başbakanı ve Şii İttifakın liderliğini de yapan İbrahim Caferi’nin danışmanıdır.  23 üyeden oluşan heyetin içinde kadınlar da bulunmaktaydı. Aralarında anayasa hukukçularının da bulunduğu heyet, Türkiye tecrübesinden yararlanmak istiyordu. Daha çok işbirliği, daha çok dayanışma, daha çok birlikte araştırma yapma ve bilim yapma çabası içindeydiler.

Toplantı,  Stratejik Düşünce Enstitüsü başkanı sayın Prof. Dr. Yasin Aktay’ın konuşmasıyla başladı. Aktay, merkezin çalışmaları hakkında heyeti kısaca bilgilendirdi. Ardından misafirler, Türkiye’de bulunma ve merkezi ziyaret etme amaçlarını anlattılar.

Türklerle Arapların buluşmasının taraflarda ne tür duygular uyandırdığını fazlasıyla yaşamış ve tecrübe etmiş birisiyim. Arapların Türkiye’yi yoğun bir şekilde ziyaret etmeleri, sanırım 1980’li yıllarda başladı. O yıllarda ben profesyonel turist rehberliği yapardım. Her gün, değişik bir Arap grubuyla İstanbul’u gezerdim. Onlara Topkapı Sarayını, Ayasofya’yı, Sultan Ahmet camisini ve daha nice tarihi mekânı anlatırdım. Onların bu yadigâr mekânlarla ilgili duygularına, heyecanlarına ve şaşkınlıklarına yakinen şahit olmuşumdur.

Gayrı resmi tarihi bilenlerin, yani babalarından ve annelerinden duydukları hatıralarla Türkiye’ye ve İstanbul’a gelenlerin ağladıklarına, dedelerinin hatıralarını heyecanla anlattıklarına çok şahit olmuşumdur. Bazen, gururla dedesinin bir Osmanlı zabiti olduğunu söyleyenler olurdu. Resmi tarihin etkisinde kalan Araplar ise Türklerin namaz kılmasını, camiye gitmesini ve Türkiye’nin kentlerinde çok sayıda caminin bulunmuş olmasının şaşkınlığını yaşıyorlardı. Onlar Türkiye’yi ve Türk vatandaşlarını dinsiz bir ülke ve toplum olarak biliyorlardı. Sohbetimizin büyük kısmı bu “kaybolmuş tarihin” açığını kapatmak üzere devam ederdi.

Stratejik Düşün Enstitüsü’nün Iraklı misafirleriyle muhatap olurken aynı duygular yeniden yaşandı. “Kayıp hafızaların şaşkınlığı” hem onlarda hem de bizlerde açıkça görülüyordu. Türkiye’nin son yıllardaki ekonomik kalkınması, işgalci kuvvetlere karşı dik durması, siyonizmle mücadele etmesi, mazlum halklara yardım etmesi ve küresel bir güç olması onların dikkatini fazlasıyla çekmişti. Bu konularda Türkiye tecrübesinden yararlanmak istediklerini gönül rahatlığıyla söylemekteydiler. Ancak ne onlar ne de bizler, biri birimizin yakın geçmişini bilmiyorduk.  Buna rağmen, ortak uzak geçmişle gurur duyuyorduk.

Misafirlerimiz, düşünce merkezimizin çalışma biçimi ve yayınları hakkında fazlasıyla bilgilenmek istiyorlardı. Ancak işin garip tarafı ne onlar arasında yeterince Türkçe bilenler vardı, ne de bizler arasında yeterince Arapça bilenler vardı. Tıkandığımız yerde hepimizin ortak dili yine İngilizce olmaktaydı.

Aralarında doğum tarihinden bu yana sürekli baskı, şiddet, savaş ve işgali yaşayanlar çoğunluktaydı. Zaten Irak gençlerinin başka türlü bir kaderinin olması da beklenemez. Önce Baas despotizmi, ardından savaş ve Amerikan işgali. Muhataplarımızın hepsi bunları fazlasıyla yaşamış ve bunlarla olgunlaşmış insanlardı.

İbrahim Caferi’den alıntılar yaparak, demokrasiyle İslam arasındaki ilişkinin itikadı temellerine vurgu yapıyorlardı. “Arab’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur, üstünlük takvadadır” hadis-i şerifine vurgu yapıyorlardı.   Grupsal, etnik, ırksal ve cemaat farklılıklarının doğal olduklarını ve bu farklılıkların bir tahakküm aracına dönüşmesinin tehlikesine işaret ediyorlardı. Dostlarımızı dinlerken dolaylı olarak Irak’ın içinde bulunduğu sıkıntılı durumu daha iyi fark etme imkânı bulduk. Fakat Dr. Manal Finjan’ın Irak’ın anayasal birliği ve demokratikleşmesi konusundaki felsefi görüşleri işgal edilen ülkeye umut oluyordu.

Irak Milli Islahat Hareketi’nin Türkiye’den ve bizden önemli beklentileri vardı.  Irak’ın anayasal ve milli birliği konusunda Türkiye’nin izlediği siyaseti destekliyorlar. Irak’ın bölünmesine karşı Türkiye’den destek umuyorlar. Türkiye’nin Basra bölgesinde konut yapmasını ve Güney Irak’la ticari, kültürel ve ilmi işbirliğini arttırmasını arzu ediyorlar. Hepsinden önemlisi kaybolmuş tarihin yeniden keşfi, hem onların hem de bizim en önemli arzumuz oldu. Bu yitik tarih, üniversitelerimizde ve düşünce enstitülerimizde umarım kısa bir zamanda yeniden keşfedilir. Ve Dirltilir.

Stratejik Düşünce Merkezi

sde.org.tr