Irak, İşgal sonrası gizli iç savaşı, siyasi takımlar arası çekişmeleri ve bu iki önemli etki altında gerçekleşen yürütme faaliyetlerindeki başıbozuk uygulamaları, acı bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Sürecin nasıl sonuçlanacağını tahmin etmek, şimdilik çok zor görünmektedir. Devlet görevlilerinin her biri kanunlara göre davranmak yerine, bağlı olduğu grubun çıkarlarına göre davranmaktadır. Devlet kurumları, gruplar arasında paylaşılmıştır. Bundan dolayı Irak’ta yönetim insicamından bahsetmek çok zordur.
Bu insicamsızlık dış politikaya bile açık bir şekilde yansımış bulunmaktadır. Devlet yöneticilerinin de en önemli şikayeti bu kaos ortamıdır. İdari kaos sadece yönetimle sınırlı değildir, Bağdat’ın sokaklarının dokusunda da bu güvensizliği görmek olağan bir hal almıştır.
İşgal sonrası gizli iç savaşta ölenlerin sayısı işgal sürecinde ölenlerin sayısını aşmış bulunmaktadır. Bu savaşa, neden “gizli iç savaş” dediğimi öncelikle açıklamak gerekir. Bilindiği gibi. iç savaşta, savaş mahalleler arasında, sokakta, pazarda ve açık alanlarda savaşan halk grupları arasında açıkça yapılır. Savaşan tarafların silahlı güçleri açıkça meydanlara inmeseler de onların temsilcileri meydanlarda ne istediklerini açıkça söylerler. Yapılan saldırıların arkasında olduklarını dolaylı da olsa diplomatik bir dille ifade ederler. İspanya iç savaşı böyleydi. Vietnam iç savaşı ve Yugoslavya’nın parçalanmasıyla başlayan iç savaşlar bu şekildeydi
Irak’ta 2003’ten bu yana yaşanan çirkin savaşa bakıldığında, durum biraz farklı görünmektedir. Büyük saldırılar yapılmaktadır. Camiler, türbeler, mezarlıklar, çarşılar ve halk pazarları hedef alınmaktadır. Buralarda bombalar patlamaktadır. Sayıları bazen yüzleri aşan kurbanlar, bu tür saldırılarla öldürülmektedir, sakat bırakılmaktadır. Ancak eylemin failleri ve saldırganların kim oldukları kapalı kalmaktadır. Kimse bu saldırıların nerden ve kimler tarafından planlandığını bilmiyor. İşgalci Amerikan kuvvetlerine yapılan saldırıları üstlenen gruplar var, ancak halkın bulunduğu mekânlara yapılan saldırıları üstlenen gruplar yok. Bundan dolayı Irak’ta devam eden iç savaş, çoğu kere tarafları belli olmayan bir savaş görünümü vermektedir.
Bağdat’ın yeşil bölgesi denilen güvenli bölgede, ana yolların ve resmi binaların çevreleri iki üç metre yüksekliğindeki beton bariyerlerle kapatılmış. Ünlü otellerin bahçe duvarları yüksek beton bariyerlerle koruma altına alınmış. Bazı alanlarda, beton bariyerlerin üstlerine ve yakın çevrelerine karmaşık ve düzensiz bir şekilde dikenli teller ve metal atıklar yerleştirilmiş. Özellikle tali yol geçişlerinde ve bina girişlerinde, bu manzara ile her zaman karşılaşmak mümkündür. Bu durum yeşil bölgeye; Amerikan gangester filmlerinde örneklerine rastlanılan korkutucu bir gecekondu, sokak ve mahalle görünüm havası vermiş bulunmaktadır. Bağdat’ın yeşil bölgesi bu karmaşık güvenlik bariyerleriyle konuklarını ürkütmektedir. Yeşil bölgenin coğrafyası ve mekanları, İnsanlar üzerinde kendiliğinde bir korku ve tehlike duygusu uyandırmaktadır.
Böyle bir ortamda uzmanlar ve Irak siyasetinin ileri gelenleri Irak’ın Demokrasi Seçimi ve Irak’ın Geleceğini tartıştılar. Irak’ın liderleri demokrasiye ve kanun hâkimiyetine sürekli vurgu yaptılar. Bu durum Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Başbakan Nuri Maliki ve eski başbakanlardan Irak’ın bilge lideri olarak kabul edilen İbrahim Caferi’nin konuşmasında da açıkça belli oluyordu. Irak’ın milli birliğine Celal Talabani dâhil her kes vurgu yaptı. Kanun devleti olma arzusu bu liderlerin konuşmalarında çok fazla öne çıktı. İnsan haklarının sağlanması ve sivil toplumun güçlendirilmesi en çok istenen ve vurgulan konular arasında yer aldı. Kardeşliği, adaleti ve iyiliği telkin eden Kur’an-ı Kerim ayetleri bu liderlerin konuşmalarında yer aldı. Böylece görüşlerini İslami bir temele oturtmak istediler.
Liderlerin konuşmalarındaki bu görüntüler ve imajlar ikna edici olmakla birlikte, fiili durum ve konunun arka planında olup bitenler, resmi söylemle gerçeklerin çelişkisini yan yana getiriyordu. İnsan bu liderleri dinlerken şaşkınlık içinde kalmaktadır. Kanun hâkimiyetine, demokrasiye, sivil topluma, adalete ve dürüstlüğü inanmış bu kadar lider varken neden şehrin her tarafına ürkütücü bir imaj verilmiş, yollar ve binalar beton bariyerlerle koruma altına alınmış, kavşakların her bir köşesinde sırtlarında 60 kiloluk askeri teçhizatla bekleyen askerler ve güvenlikçiler yerleştirilmiş?
Konferansa katılanlarla ve Iraklı yetkililerle bire bir yaptığımız görüşmelerde göstergelerle gerçekler arasında çok büyük farklar olduğunu anladık. Amerikan kuvvetlerinin çekilmesi, mevcut liderlerin bir kısmını ndişelendirmektedir. Muhalefeti ve bazı liderleri ise sevindirmektedir. Ciddi bir güç ve kuvvet boşluğunun oluşacağını söylüyorlar. Kaosun ve iç çatışmaların daha da artacağından endişe ediyorlar. Talabani, aynı günlerde El-Irakiyye televizyonuna verdiği bir röportajda açıkça Amerikan kuvvetlerinin Irak’ta kalmaya devam etmelerini ve Irak ordusunu yetiştirmelerini savundu.
Bir taraftan sivil toplum, demokrasi, kanun hâkimiyeti, diğer taraftan işgal kuvvetlerinin ülkede kalmasını savunmak, Türkiye’de yetişmiş bir kimsenin aklının almayacağı bir çelişkidir. Ama Irak’lılar, anlaşılan bu çelişkilerle ve yapay söylemlerle birlikte yaşamayı öğrenmiş olmalılar. Hepsi de ölümle birlikte yaşamayı öğrenmiş, yalan söylemeyi yadırgamıyorlar. Liderlerin söylediklerine aldırış etmiyorlar, tıpkı her gün bir bombalı saldırıda öldürülen bir yakınlarının durumuna alıştıkları gibi.
Amerikalılar,Irak’ı özgürleştirme siyasetiyle, insanların açık mücadeleye alışacaklarını, gizli kapaklı işlere karşı gelmeyi öğreneceklerini varsaydılar. Liberalizmdeki özgürlüğün arka planında kişiliğin gelişimi ve onurlu duruş sergileme inancı yatar. Onun için açık mücadele, rekabet ve bu amaçla inşa edilen hizipler demokrasinin bir gereği olarak kabul edilir.
Ancak yöneticilerinin, beton bariyerlerle korunan bir yolda seyahat edebildikleri bir ülkede, insanların nasıl özgür olacaklarını hesaplayamadılar? Bundan dolayı da Irak’lılar yaşadıkları sürece hikaye anlatmak zorundadırlar. Çünkü nerden bombaların geleceği, artık belli değil. Amerika’nın resmi işgal güçleri ayrılıyor. Ancak Amerika’nın gayrı resmi işgal gücünü oluşturan özel güvenlik teşkilatları Irak’ta kalmaya devam ediyor. Güvenlik için görev yapan bu teşkilatlar, Iraklıları biri birlerine karşı tamamen güvensiz bir duruma getirmiştir. Liderlerin demokrasi söylemi de bundan dolayı anlamsız kalmaktadır.
Irak’ta kimin, kimi, niçin öldürdüğü belirsizleşmiştir. Görünmez eller her tarafta kol geziyor. Şiddet; şehirlerin, caddelerin ve yığınların her zerresine hakim olmuş. Bu şartlarda demokrasi arayışı içine giren, bir siyasi elit tarafından yönetilmektedir. Üstelik bu elitlerin güvenliği dahi mevcut değil. Otobanları beton bariyerlerle korunan bir ülkeye demokrasi getirmek, belkide insanlığın tanık olmadığı en cesur girişimlerden birisi olarak tarihe geçecektir. Saddam Hüseyinin hayaleti her tarafı sarmış bulunmaktadır. O hayaletin saçtığı korkudan olsa gerek beton bariyerleri yapmaya devam ediyorlar.