G20: Küresel Kapitalizmin Petersburg Süreci

By | 16 Kasım 2014

G20Suriye ve İslam dünyasındaki iç çatışmaların ölümcül etkisinin gölgesinde yapılan G20 zirvesinin resmi gündemi, her nedense kamuoyunun dikkatini çekmedi. Dünya ekonomisinin siyasi başkanları, Suriye konusunda hiçbir şey yapmadıkları halde, nedense hep Suriye’yi tartışmış gibi davrandılar ve kamuoyuna Suriye tartışmalarıyla ilgili yüzlerini gösterdiler.Başta Obama ve Putin olmak üzere sanki dünyanın zengin ülkelerinin liderleri sadece Suriye’yi tartışmak üzere Petersburg’da toplanmışlar gibi, bir imaj verdiler.

Paranın siyasi başkanları diyebileceğimiz dünyanın 20 büyük ekonomisinin lideri; belki de Petersburg’da, Suriye gösterip, para vurmanın yollarını aradılar.  Suriye konusunda uzlaşmamak üzere Petersburg’a gittiklerine göre, Suriye’yi gösterip başka bir şeyler yapmış olmaları bana daha inandırıcı gelmektedir. Zaten G20 siyasi konuları gündemine almaz, ekonomik konuları gündemine alır. Toplantının resmi gündemi de Suriye meselesi değildi. Küresel ekonominin krizleriydi, çok uluslu şirketlerin kontrol dışı ekonomik faaliyetleriydi.

G20’nin Petersburg’da Rus Çarlarının barok saraylarında yapılan toplantılarının resmi gündemi; küresel ekonomik krizlerdi, küresel şirketlerin siyasal iktidarlardan bağımsız hareket etmelerinin sınırlandırılmasıydı, sanal dev şirketlerin küresel vergi kaçakçılığı yapmalarının engellenmesiydi, bu şirketlerin azgelişmiş ve gelişmekte olan piyasalarda ve ülkelerde yatırıma yönelmesinin sonuçlarının tartışılmasıydı.

Küresel ekonomik krizler, son yıllarda bilindiği gibi arttı. Bu krizlerden özellikle finansal olanlar dünyanın en büyük ekonomilerini en çok etkileyen krizler oldu.  Malum olduğu üzere ekonomik krizler ekonominin tabiatı gereği her zaman ortaya çıkmıştır. Ekonomik krizlerin ikinci dünya savaşından bu yana gerçekleşme sıklığına ve gerçekleştikleri coğrafyalara ve ülkelere bakıldığında daha çok  azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini etkiledikleri, buna karşılık kapitalizmin beşiği diye bilinen büyük ekonomileri etkilemedikleri görülür.

Fakat soğuk savaştan sonra meydana gelen ekonomik krizlerin öncekilerin tersine daha çok gelişmiş ülke ekonomilerini olumsuz etkilediklemişler. Yani son 20 yılda ortaya çıkan ekonomik krizler, doğrudan doğruya ABD, İngiltere ve ortakları olan diğer kapitalist gelişmiş ülkeleri etkiledi ve sarstı. Buna karşılık azgelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomileri bu son krizlerden fazla etkilenmedi. Bilakis büyükler kayb ederken küçükler kazandı ve güçlendi. Kısaca Amerika, Avrupa ve bunların uzantıları olan ekonomiler kaybederken, onların bıraktıkları boşlukları gelişmekte olan ülke ekonomileri doldurdu. Son ekonomik krizlerin dünya ekonomisine böyle bir etkisi oldu.

Bu durumun ortaya çıkmasıyla birlikte, önce G8 kuruldu. Sonra, bu kuruluştaki ortakların sayısı artınca kuruluş G20’ye dönüştü. Kuruluşun temel amacı ise küresel ekonomiyi, kurucu ülkelerin ekonomik çıkarları doğrultusunda düzenlemek için önceden tedbirler almak ve yeni iktisat politikalarını devreye koymaktı. Ancak bu kuruluşa rağmen, ekonomik krizler peş peşe gelmeye başladı ve bu krizler de yukarıda belirtildiği gibi, büyük kapitalist ve sömürgeci ülke ekonomilerini vurmaya devam etti. Anlaşılacağı gibi G20’nin toplantıları ve tedbirleri gidişatı değiştirmedi. Dengelerin büyükler aleyhine değişmesini engelleyemedi.

Bilindiği gibi dünya ekonomisini en son etkileyen büyük kriz, tamamen finansal bir krizdi. Ve bu krizde de yine ABD ve ortakları zararlı çıktı. Gelişmekte olan ülke ekonomileri kazançlı çıktı.

Küresel ekonominin siyasal liderlerin kararlarına göre yeniden düzenlenmek istenmesi, çok uluslu küresel şirketlerle siyasi liderleri ve iktidarları dolaylı da olsa karşı karşıya getirmiş bulunmaktadır. Tartışmanın bu boyutu, aslında ilk defa 2008 dünya finans krizi ile birlikte gündeme geldi. Çünkü şirketlerin finans piyasalarını muhayyel sermayelerle şişirmeleri; nihayetinde ekonomik sistemi çökertti. Başta ABD olmak üzere birçok ülke, iflas eden şirketleri ve bankaları, kamu bütçesinden finanse ederek kurtarmak zorunda kaldı.

Devletlerin kamu bütçesiyle çok uluslu bu küresel şirketleri kurtarması, üzerinde dikkatle düşünülürse, liberal ekonomiden ciddi bir sapmanın işaretidir. Çünkü kurtarılan şirketin yönetimi ve sermayesi dolaylı da olsa kamulaştırılmıştır. İşte o günden bu yana küresel çapta ülke sınırlarını göz önünde bulundurmadan ticaret ve yatırım yapan şirketler, özellikle kapitalizmin dev koruyucuları olarak bilinen ABD ve diğer gelişmiş ülkelerin gücünü omuzlarında görmeye başladılar.

Dev şirketler, büyüklerden kaçmanın yollarını aradılar. Daha rahat ve aktif hareket edebilecekleri piyasalara yöneldiler. ABD, İngiltere ve diğer gelişmiş ve kapitalizmin kurucu ve koruyucu güçleri olarak bilinen piyasalardan çekildiler. Bu piyasalarla kazançlarını paylaşmaktan kaçındılar.

Vergi kaçakçılığı ile suçlanan Apple, Google ve Amazon gibi sanal şirketler aslında yaşanan çatışmanın küçük bir ayrıntısını oluşturmaktadır. 2008 finans krizinden sonra küresel çaplı finansal girişimciler ellerindeki sermayeyi devlerden kaçırıp gelişmekte olan ve az gelişmiş, ama ilerde gelişebilme potansiyeli taşıyan ülkelere kaydırdılar. ABD ve ortaklarını en çok kızdıran mesele ise budur.

Türkiye, Brezilya ve benzeri piyasaların son yıllarda kalkınarak yollarına devam etme nedenleri, bu devlerin para musluklarını kendi kazançları için gelişmekte olan piyasalara çevirmeleridir.

Bu durum siyasi kapitalistlerle liberal kapitalistleri karşı karşıya getirmiş bulunmaktadır. Tartışmanın odak noktası da şu soruda yer almaktadır. Şirketler liberalizmin doğası gereği, sahip oldukları sermayenin mutlak sahibi olarak kalacaklar mı? Yoksa devletin veya kamunun tımarlı sipahisi ya da mültezimi olarak mı, sermayeyi yönetecekler? Tartışma henüz yenidir. İlerde işçi sınıfının yapamadığı devrimi acaba burjuva sınıfı kendi kendine karşı mı yapacaktır?

Çok uluslu şirketlerin, ülkelerin politik iktidarlarından bağımsız hareket etme kabiliyeti ve imkânları yeni dönemde artmıştır. Bundan dolayı resmi olarak bulundukları ülkeye bağlı olarak üretim yapma ve ticari faaliyette bulunma zorunda değiller. Şirketler dünyaya yayıldıkça ülkelerinden bağımsızlaşma imkânı da elde ediyorlar. Ama bunun ülke piyasalarını ilerde ciddi manada etkileyeceğini gören politikacılar, şirketlerle zorunlu olarak birlikte mücadele etmenin yollarını arıyorlar.

G20 Petersburg’da Rus oligarklarının ne olduğu tanımlanamayan kapitalist statülerinin gölgesinde, belki de diğer ülkelerdeki şirketleri de kamu kökenli istihbaratçı ve mafyavari beyaz yakalı seçkinler sınıfına teslim etmek üzere strateji geliştirdi.

Bana öyle geliyor ki, önümüzdeki yılların en önemli gündemi ne Arapların iç savaşı ne de İslamofobi olacaktır. Gündem liberal küresel şirketler ile siyasi iktidarların çekişmesiyle oluşacaktır. Burjuva, muhtemelen ikinci bir devrimi yine o bilinen sahte yöntemlerle gerçekleştirmek için çabalayacak. Devletler ve siyasi iktidarlar da şirketleri kamusal gücün uzantısı haline getirmek için yeni stratejiler geliştireceklerdir

Prof. Dr. Hacı Duran

Başkan Dergisi, Kasım 2013 Ankara

 

2 thoughts on “G20: Küresel Kapitalizmin Petersburg Süreci

  1. ramazan gülcü

    Hocam ; d-8 ler bu iki bilinmeyenli denklemin neresinde?eğer bu küresel krizden g-20 ler diye adlandırdığımız ABD VE AB nin başını çektiği ülkelerin aleyhine ise ,özellikle Türkiyenin başını çektiği gelişmekte olan ülkeler bu fırsatı kendi lehlerine nasıl çevirebilirler.d-8 lerin hedefi , d-20 , d-60 ve d-120 ler olmaktı.bu nokta hiç de bir gelişme yok sanırım.olaya bu persfektiften bakmakta yarar vardır diye düşünüyorum.saygılarımla.

Comments are closed.