Kuddüs’ün Küresel Dini Değeri

By | 6 Aralık 2015

image70. Yılında BM ve Küresel Yönetişim içeriği ile İstanbul Uluslararası Güvenlik Konferansı 4-5 Aralık 2015 tarihinde İstanbul’da düzenlendi. Toplantı’ya konunun uzmanı ve uluslararası tanınırlığı olan birçok uzman katıldı. 140’ı aşkın tebliğ sunuldu. TASAM’ın düzenlediği toplantıya ben de İsrail’in Kuddüs Siyaseti başlıklı tebliğle katıldım.Türkiye’den Eski Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Suudi Arabistan’dan prenses Besime Assuudi, Arap dünyasından Arap Birliği Ankara Temsilcisi Muhammed Fatih Annaciri siyasi çevrelerden katılanlar arasındaydı. Bilim camiasından Prof. Richart A. Falk, Prof. Andrew Cooper, Prof. Michael Barnett ve yapımcı yönetmen Michael Murphy Batı dünyasından katılan önemli isimlerdi.

Tebliğlerin tümünde Arap ve İslam dünyasının içinde bulunduğu ve her gün daha da şiddetlenen çatışmaların durumu öncelikle yer aldı. Umut veren bir konuşma yapılmadı. Bölgeye hakim olan şiddetin ekonomik işleyişi ve mevcut geleneksel sosyal ağları da durdurma noktasına getirebileceği belirtildi. Küresel resmi kuruluşların başında gelen BM ve uzantısı olan örgütlerin, küresel meşru hukukun gereğini yapma yeterliliğini yitirdiği söylendi. BM ve yan kuruluşlarının ülkelerin işgal edilmesini, saldırıya uğramasını, yasal sınırları ve temel insani haklarını koruyamadığı belirtildi.

Bu durumu, BM’nin yaşlanması ve ömrünü tüketmesi olarak tanımlayanlar oldu. BM’nin işlevsiz kalmasına örnek gösterilen olayların bazıları ise şunlardı. Filistin meselesi, Irak ve Suriye’nin küresel bir savaş alanına dönüşmesi, Libya iç savaşı, Yemen çatışmaları, Afrika’da gerçekleşen soykırımlar, yaygınlaşan bulaşıcı hastalıklar, açlık dramları, Balkanlar’da müslümanların yaşadığı katliamlar, Ukrayna’nın başta Kırım olmak üzere birçok bölgesinin Rusya tarafından işgal edilmesi vb. başka olaylar.

Konferansın önemli panellerinden birisi de Uluslararası Kuddüs Çalıştayı idi. Bu panelin içeriği, Arap Barış Girişimi ve Kalıcı Barış İçin Perspektifler başlığını taşıdı. Bu çalıştayın başkanlığını da Arap Birliği Ankara Temsilcisi büyük elçi Muhammed Fatih Annaciri yaptı. Bu çalıştaya ben de bir tebliğle katıldım. Tebliğimin başlığı “İsrail’in Kuddus Siyaseti ve Filistin’in Yumuşatılamayan Gücü”ydü. Bu tebliğde söylediklerimi paylaşmak istiyorum.

İsrail’in Kuddus siyasetinin kenti tamamen işgal etmek ve mutlak bir İsrail hakimiyeti kurmak olduğu biliniyor. Bunu İsrail yetkililerinin hazırladığı bütün planlarda görmek mümkündür.  Ancak bu işgali hangi yöntemler, teknikler ve imajlarla yaptığı yeterince bilinmiyor. Öncelikle bunun açıklanması gerekir. Çünkü bu güne kadar gerek BM teşkilatı gerekse Arap ülkeleri gerekse Filistin halkı tarafından işgalin sonlandırılması ve barışın sağlanması için alınan bütün tedbirler sonuç getirmedi. Sorunu üç başlık altında yeniden gözden geçirmek gerekir. Bunlardan birisi Kuddus’un itikadi statüsü, ikincisi uluslararası hukuka ve mülkiyet yasalarına göre mevcut olan statüsü, üçüncüsü ise İsrail’in Kuddus ve hinterlandı hakkında izlediği tehcir ve iskan politikasıdır.

Bilindiği gibi, Kuddus itikadi statüsü olan bir kenttir. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler tarafından bu kutsallık statüsü çok önemli bir inanç olarak muhafaza edilmektedir. Ancak kentle ilgili kutsallığın uygulaması süreçleri her zaman aynı değildir. Klasik ve ortadoks yahudi inançlar, kentin kutsallık statüsünü sadece kendi cemaatlerine hasr etmezler. Hristiyanların ve Müslümanların kenti kutsal görmelerini de hoşgörü ile karşılarlar. Ama modern siyasal yahudiliğin örgütlenmiş biçimi olan siyonizm, Kuddüs’ün kutsallık statüsünü sadece yahudilere hasrederler. Diğer iki din müntesiplerinin kenti kutsal görmelerini hoş karşılamazlar. Bundan dolayı siyonistler kentin müslümanlara ve hristiyanlara ait olan kutsal mekanlarını aşamalı olarak modern yanıltma ve taciz tekniklerini kullanarak imha etmeye çalışıyorlar.
Müslümanlar için bilindiği gibi iki önemli kutsal mekan vardır. Bunlardan birincisi Hicaz ve ikincisi ise Kuddüstür. Ancak müslümanlara göre Kuddüs’ün itikadi statüsü Hicaz’ınki gibi değildir. Hicaz sadece müslümanların ziyaret edebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir alan olduğu halde, Kuddus, hristiyan ve yahudilerinde ziyaret edebilecekleri ve kutsal sayabilecekleri bir kenttir. Bu durumdan dolayı klasik İslam medeniyeti döneminin başından sonuna kadar müslümanlar hem kültür olarak, hem siyasi ve hem de hukuki olarak yahudi ve hristiyan cemaatlerin, dini otoritelerin ve mekanların varlığına ve işleyişine hürmet gösterdiler. Benzer bir durum, batı hristiyanlarını hariç tutsak, doğu hristiyanları için de geçerlidir. Yani doğu hristiyanları da Kuddus’un müslümanlar ve yahudiler için kutsal bir mekan olarak bilinmesine hürmet gösterirler. Binlerce yıldır, bu üç dinin mensupları otantik inançları gereği Kuddus’te birlikte yaşadılar, ibadet ettiler.

Siyonist kuruluşlar, itikatları gereği Kuddus’te yahudi olmayan halkların tümünü imha etmeyi bir söylem olarak canlı tutmaktadır. Onların bu siyaseti kenti homojen bir yahudi şehri yapmaya yöneliktir. İsrail devleti kurulduğu günden bu yana uluslararası hukuku çiğneyerek bu siyasetini adım adım gerçekleştiriyor. Şunu söyleyebiliriz ki, Siyonist politikaların bu uygulaması sadece müslümanların kutsallarına bir saldırı değildir. Aynı zamanda hristiyanların kutsallarına da bir saldırıdır. BM’nin dünya kültür mirasının korunmasına ilişkin yasalarının çiğnenmesidir. Çünkü siyonist politikalar hem demokrafik varoluşa, hem mimari kent dokusuna hem de kentin tarihi imajına bir saldırıdır.

Tebliğin başında belirttiğim İsrail’in işgal, tasfiye, arındırma ve maddi varlıkları yok etme stratejilerini de açıklamak gerekir. Şunu başta belirtelim ki, İsrail Filistinlileri öfkelendiriyor, sonrada onların bu öfkesini abartıyor. Medya teknolojileri ve sosyo-pisikolojik algı yönetimi tekniklerini kullanarak bu öfkeyi başlatıyor, canlandırıyor ve dünyayı büyük bir tehditle karşı karşıya olduğuna inandırıyor.

Filistinliler doğurganlık, yaşam umudu ve canlılığı bakımından hala dinamik bir halktır. Belki de Filistin halkı bu canlılığı kendisine yönelen şiddete borçludur. Siyonist planlamacıların bu yaşam umudu ve dinamizmini hesaba katarak imaj inşa ettiklerini düşünüyorum. Çünkü yerleşim, taciz, dışlama, soyal, ekonomik ve coğrafik bölümlendirme tekniklerinin tümü bu strateji üstüne kurulu görünüyor. Mesela Filistin’dek tarihi yolları ilga ediyor. Doğu-batı eksenli yollar yapıyor. Filistinlilerin mahallerinin çevresini yahudi yerleşimleriyle kapatıyor. Evini terk eden bir filistinlinin tekrar evine dönmesine müsaade etmiyor. Filistinlilerin topraklarını istimlak ediyor yahudi yerleşimlere açıyor.

Bu uygulamalar Filistin’de intifadayı, intifada ise basit silahlı direnişçi grupları doğuruyor. Bu direnişçi silahlı gruplar halk arasında saklanıyor. Bir havai fişek etkisinden fazla tesiri olmayan bombalarla yahudi halka veya yahudi yerleşimlerine fırlatılıyor. Sonuçta İsrail bir bomba karşılığında filistinlilerin evini yıkıyor, ekinlerini yakıyor ve binlercesini de öldürüyor. Yani intifada, direniş ve İsrail polisine atılan her bir etkisiz bomba daha çok filistinlinin ölmesi, ızdırap çekmesi ve vatanından kaçma fırsatı kollaması demek oluyor.

Sonuç olarak şunu belirtelim ki, demografik göstergeler, otantik yahudi ve müslüman gelenekler, küresl insan hakları söylemi, ekonomik ilişkiler ve ağlar uzun dönemde barıştan yana bir eğilim göstermektedir. Ama siyonist politikalar ve onun tersi olan radikal islamcı örgütler bu barışın ve huzurun gelmesini ve yaşanmasını engelliyorlar.

Bu konuşma basın tarafından şu şekilde haberleştirildi

Uluslararası Arap Birliği Ankara temsilcisi başkanı Muhammed AlNaciri’nin başkanlığını yaptığı ve TASAM tarafında düzenlenen İstanbul Güvenlik Konferansı’nın “Uluslararası Kuddüs Çalıştayı”nda Prof. Dr. Hacı Duran Kuddüs’ün Statüsü’nü konuştu. Prof. Duran konuşmasında şunları söyledi: Kuddüs’ün itikadi, demografik bir statüsü vardır, uluslararası hukuka ve mülkiyet haklarına göre üç statüsü vardır dedi. Prof. Duran, İsrailin bu üç statüyü’de tanımadığını, yok etmeye çalıştığını ve Kuddüs’ü küresel bir barış kenti olmaktan çıkartmak istediğini, İsrailin 1948 yılından beri izlediği politikaları göz önünde bulundurarak açıkladı. Müslümanların itikadi olarak Kuddüs’ ü kutsal kabul ettikleri ancak bu tarihi kentin yahudiler ve hristiyanlar tarafından kutsal kabul edilmesini de hoşgörüyle karşıladıklarını tarihi örneklerle açıkladı. Bundan dolayı kuddüste bulunan yahudi ve hristiyan dini merkezlerin fonksiyonlarını islam medeniyeti hakimiyeti döneminde yerine getirdiklerini söyledi.
İsrailin Kuddüs politikalarının sadece müslümanları tehdit altında tutmadığını, hristiyanların itikadi mekanlarını da tehdit ettiğini toplantıda söyledi

http://www.milliyet.com.tr/prof-dr-duran-uluslararasi-kudus-calistayinda-adiyaman-yerelhaber-1099197/