Tarihin Dirilişi

By | 21 Haziran 2011

Türkiye’nin Balkanlarda, Kafkaslarda ve komşu Arap ülkelerinde son yıllarda başlattığı etkili dış politika,  ortaya çıkan son gizli Amerikan belgelerinde, Yeni Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkiye’nin doğuya kayması olarak tanımlanmaktadırTürkiye’nin bu yeni duruşu ABD yetkililerince tehlikeli bir gidişat olarak değerlendirilmektedir. İsrail ise Türkiye’nin duruşunu vahim olarak görmektedir. ABD’yi mevcut AK Parti iktidarına karşı yaptırım uygulamaya ikna etmeye çalışmaktadır.

Ak Parti’nin Türk dış politikasına kazandırdığı bu yeni bilincin içteki ve dıştaki yansımaları da duruma göre değişmektedir. Türkiye’nin iç muhalefeti Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’yla dünya gündemine giren bu yeni vizyonu ikircikli bir edayla değerlendirmektedir. Bazen olup bitenleri gayrı samimi ve aldatmaca olarak görmektedir. Bazen de ABD gizli belgelerinde ifşa olunan değerlendirmelere benzer şekilde eksen kayması olarak mütalaa edilmektedir. Dışta ve bölge halkalarınca olması gereken ve beklenen bir müjde olarak görülmektedir. Hayranlıkla gıpta ile karşılanmaktadır. Gizli belgelerdeki ifşaatlara bakılırsa emperyal ABD tarafından tehlikeli bulunmaktadır.

Öte taraftan Türkiye’nin Davutoğlu ve TİKA’nın faaliyetleriyle ivme kazanan bu yeni vizyonu kamuoyuna oldukça önemli beklentileri de gösterdi. Bu beklentilerin delilleri ise Balkanlarda, Kafkasya’da, Filistin’de, Suriye’de ve Lübnan’da halkın Türkiye’nin Başbakanı Sayın Erdoğan’a gösterdiği teveccühlerde görülebilmektedir. Arap basını, Türkiye cumhuriyetine, demokrasisine ve duruşuna gösterilen hayranlığı sütunlarına taşımaktadır. Kitleler sanki kendi ülkelerindeki bir başkanmışçasına Türk başbakanını coşkuyla karşılamaktadır. Kendilerini Türkiye’nin bir uzantısı olarak görmektedir.  Sanki Osmanlı ülkesinin Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgal edilmiş ve parçalanmış olması üzerinden geçen 90 yıllık zamana Araplar, Balkan Halkları ve Kafkas halkları meydan okumaktadır.  Türk bayrağını kendi bayrakları olarak görmektedir. Evlerine asmaktadır.

Bu olup bitenler, kültürlerin, inançların, tarihi şartların, konjönktürel siyasi sınırlara karşı direndiklerini göstermektedir. Siyasi sınırların sanıldığı gibi, kendilerine özgü bir kültürü ve kamusal birliği inşa edemediklerini anlatmaktadır.  Bilindiği gibi, Türkiye’nin ABD gibi refah ve güç vaad eden liberal bir ideolojisi yoktur. Sovyetler birliğindeki gibi, sosyalizm, proleterya iktidarı ve eşitlik vaad eden Marksist bir ideolojisi de yoktur. İran gibi İslam adaleti ve şeriat vaad eden bir siyasi ideolojisi de yoktur. Bunlar olmadığı halde niçin 90 yıldır, Türklerden ayrı yaşayan Makedonlar, Arnavutlar, Kafkas halkları ve Araplar evlerine Türk bayrağı asmaktadır? Türkiye’nin başbakanını bağırlarına basmaktadır?

Bu soruların cevabını cihan harbinin başlangıcındaki Rus Çarlığı ve Osmanlı Devletinin durumu ile karşılaştırarak bulmaya çalışmalıyız. Bilindiği gibi Rus çarlığı da Osmanlı devleti de savaştan sonra yıkıldı.  Ancak Rus çarlığının yerine kurulan Sovyetler Birliği, Rus çarlığının emperyal ülke sınırlarını korudu, daha da genişletti. Çarlar devrilmekle birlikte Rus hâkimiyeti, kültürü ve bürokrasisi söz konusu emperyal sınırlarda hâkimiyetini sürdürdü. Bugün Sovyetler birliği 15 yıldır dağıldığı halde hala bölge halklarının ikinci dili Rusçadır. Ekonomileri ve güvenlikleri Rusya’nın kontrolü altındadır. Bu toplumların dinleri, kültürleri ve dilleri farklı olduğu halde durum değişmemektedir.

Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise kendini uzun süre Anadolu sınırlarına kapattı. Mirasçısı olduğu ülkenin bakiyeleriyle ilgilenmedi. Onları kendine ait bir parça olarak görmedi. Bu tutumu Suriye, Lübnan, Golan tepeleri, Makedonya ve Irak Türklerine karşı izlenen politikasızlıklarda da gözlemlemek mümkündür. Yani Türkiye seksen yıllık bir süre boyunca sadece kültürel olarak Osmanlıdan kopmadı. Aynı zamanda Osmanlının hâkimiyet kurma anlayışından da koptu. Komünistler Rus çarlarının hâkimiyet anlayışını devam ettirmelerine karşılık, Türkiye neden böyle bir girişimde bulunmadı? Bu durumu görmedi. Bu konuyu ayrıntılı tartışmak gerekir.

Türkiye’nin son yıllarda izlediği dış politika, üstü kapanan bu ilginç durumu yeniden karşımıza koymuş bulunmaktadır. İsrail ve ABD yetkilileri Türkiye’yi bu tarihsel şartlarla tehlikeli bir düşman olarak görmeye başladılar. Bölge halklarının Türkiye ile entegre olmak istemeleri, bizi tarihi sorumluluklarımızla karşı karşıya bırakmaktadır.

Kültürler, Tarihler, İnançlar tekrar gün yüzüne çıkmaktadır. Emperyal ve İşgalci kuvvetlere karşı direnmektedir. Neo Osmanlıcılık dedikleri şey, bu direniş olsa gerek. Halklar Birinci cihan harbinden sonra çizilen yapay siyasi sınırlara karşı direnişe geçmiş bulunmaktadır. Seksen yıllık kopukluk, hiçbir şeyi unutturmamış, bilakis hasreti, özlemi ve vuslatı beslemiş. Tarih, Osmanlı bakiyelerini yeniden işbirliği ve dayanışma içine girmeye zorlamaktadır. Tarih dirilmiştir. Siyaseti zorlamaktadır. Kafkasya,da, Galiçya’da, Sina’da Kutu’l-Ammare’de şehid olan ataların nesillerini Türkiye sevgisi ve aşkıyla birleştirmektedir.   Tarihin dirilişi  emperyal güçleri ürkütmektedir.