Adıyaman’da Felsefe

By | 13 Kasım 2011

Geçtiğimiz Perşembe,  23 Aralık günü, Gökkuşağı derneğinin davetlisi olarak Adıyaman’a gelen Prof. Dr. Alpaslan Açıkgenç’i önce Vehbi Koç konferans salonunda ve müteakiben, akşam dernek merkezinde dinledik. Açıkgenç, Vehbi Koç salonunda, Din ile Felsefe arasındaki ilişkiler konusunda bir tebliğ sundu.

Açıkgenç’in konferansından bir hafta önce ise, Vehbi Koç konferan salonunda Fen-Edebiyat Fakültesi’nin davetlisi olarak Adıyaman’a gelen Prof. Dr. Abdülkadir Çüçen, Bilim ve felsefe konusunda bir tebliğ verdi. Yani bir haftalık arayla Adıyaman’da biri bilim felsefesi, diğeri de din felsefesi alanında olmak üzere iki konferans dinledik.

Alpaslan Açıkgeç’le tanışıklığım 1984’lü yıllara kadar gider. O’nu ilk defa bu yıllarda Ortadoğu Teknik Üniversitesi Felsefe bölümünde tanıdım. Molla Sadra’nın varlık felsefesi konusunda hazırladığım tezim hakkında bana rehberlik etti. Sadra’nın ağır felsefi Arapça metinlerinin çözümlenmesi konularında bana çok yardımı dokunmuştur. Beni akademik hayata teşvik edenlerin başında O gelir. Daha sonra iki defa karşılaştık. Birisi 2005 yılında yapılan Türkçe olimpiyatlarındaydı, diğeri ise 2009 yılında Eğitimciler Birliği sendikası tarafından Ankara’da düzenlenen Uluslar arası Felsefe kongresindeydi. O’nun Adıyaman’a gelmiş olması hafızamda saklı duran emekleri, dostlukları ve rehberlikleri yeniden canlandırdı. Güncelledi. Bundan dolayı bu konferansı düzenleyen Gökkuşağı derneği yetkililerine teşekkür ederim.

Her iki konferans da felsefenin iki önemli alanı hakkındaki tartışmalarla yüklüydü. Dinleyiciler de bu tartışmalara aktif olarak katıldı. Felsefi meraklar, ilgiler ve tepkiler ortaya çıkmanın coşkusunu gördü. İnsanlar görüşlerinden ve fikirlerinden dolayı tartışma fırsatı buldu. Türkiye gündeminin keskin ve gerilimli slogan kültürlünden bir nebzecikte olsa ayrılabildik. Aristo, Eflatun, Farabi, İbni Sina, Gazzali, Hegel, Deskartes, Newton, Pooper ve Kuhn konuşuldu. Düşünceler, meraklar ve heyecanlar, eski metinlere uzandı. Yeni felsefi bakış tarzlarıyla bir kez daha eleştirildi. Gerilim ve sinir, yerini düşünceye bıraktı.  Bin yıl önceki tartışmalar ve münazaralar bir daha tekrarlandı.

Çüçen’in sunumu, müsbet bilim uzmanlarıyla felsefeyi karşı karşıya getirdi. Üniversitemizin fizik hocaları(Bilhassa Prof. Dr. Yeter Göksu’nun eleştirilerini belirtmek isterim), yerinde ve akıllıca itirazlarda bulundu. Öğrenciler felsefi muhayyilenin bir gerçekliği ve bilimsel önermeyi nereye kadar götürebildiklerine şahit oldu. Kuhn’ün paradigma kavramı konuşulurken, pozitif bilim yapanların yönteminin sözleşmeyle kurgulandığı iddia edildi. Yani bilimsel ve gerçek diye kabul edilen bilgilerin, aslında sadece belli bir bakış açısına göre doğru ve gerçek oldukları söylenmeye çalışıldı. Durum gerçekten böylemidir? Tartışılmaya değer. Ancak, şunu da söylemek mümkündür. İnsanlar binlerce yıldır ay ve güneş takvimini kullanıyorlar. İşin garip tarafı, bu takvimler,  dünya merkezli evren anlayışına göre hazırlanmış. Hâlbuki bugün, Dünyamızın, değil evrenin merkezinde, güneş sisteminin merkezinde bile bulunmadığını biliyoruz. Yanlış bir bilgiden doğru bir takvim nasıl çıkartılır? Doğrusu fazlasıyla düşünülmeye değer.  Bunlar Çüçen’in konferansında bende uyanan birçok tecessüsten sadece bir tanesidir.

Alpaslan hocamın konferansı ise çok daha ilginç tartışmaları tedai ettirdi. Üstat felsefecileri dini termonoloji ile küfürle suçlayan İmamı Gazzali’nin de aslında filozof olduğunu söyleyince salonda homurdanmalar çıkmaya başladı. İmam Eşari’nin, Maturidi’nin ve Tahavi’nin kelam ilmi kapsamındaki metinleri muhayilemde yeniden canlandı. Tehafut tartışmalarının bitmez tükenmez iddiaları yeniden tazelendi. Kendimi İlahiyat Fakültesi’ndeki tartışmaların içinde buldum.  Öte taraftan Türkiye’nin tek Sadrettin Şirazi(Molla Sadra) uzamanı olan Açıkgenç biraz ikircikli de olsa, İbni Arabi’den yola çıkarak yeni bir felsefi bakış açısını inşa etmek gerektiğini de söyledi. Pazitif bilimler, manevi ilimler ve felsefi bilgiler O’na göre İbni Arabi’den yola çıkıldığında aynı metodoloji ile açıklanabilir.

Böylece, üstat Gazzali’den bu yana İslam ilim geleneğinde tartışılan çelişkileri, yeni bir bakış açısıyla yorumlamaya çalıştı. Ancak belirtmek gerekir ki, birçok dinleyici bu tartışmaya hazır da değildi. Anti felsefeci Müslümanlık ciddi manada direniş gösterdi. Basmakalıp eleştiriler yeniden tekrarlandı. Her bir konusu sayfalarca yazı gerektiren bu tartışmaların ayrıntılarına girmek mümkün değil. Zira biliyoruz ki felsefeye bulaşmak, bataklığa batmak gibidir, çıkmaya çalıştıkça batarsınız. Birisinin elinizden tutup, sizi çekmesi gerekir.  Ama bilgi sevdası öylesine derindir ki, O sevdadan kimse kurtulmak da istemez.

Bütün bu tartışmaları izlerken ilginçtir Adıyaman’da olduğumu da unutmuşum. Çünkü bu tartışmalara ilk defa Ankara’da daha sonra da İstanbul’da üniversite çevrelerinde ve düşünce kulüplerinde tanık olmuştum. Anlaşılan şartlar değişmiş, felsefe Adıyaman’da konuşulabilirmiş. Umarım düşünce dolu güzel günler, bu güzel şehirde, yarınlarda, daha da artar. Her iki konferansa öncülük edenlere ve tartışmalara katılanlara müteşekkirim.

duranhaci@gmail.com