Fransa’da İşçi Hakları ve Avrupa Şampiyonası

By | 18 Haziran 2016

imageDünya Fransa’da heyecanla devam eden Avrupa futbol şampiyonasına kilitlenmiş. Kazananlar ve kaybedenler 90 dakikada belli oluyor.  Ama bu günlerde Fransa’da işçiler kaybetmemek için meydanları işgal ediyor. Zira, Sosyalist iktidarın hazırladığı iş yasası işçileri birçok haktan mahrum bırakıyor.

Fransa geçtiğimiz mart ayından bu yana; “öfkelenin” “işgal edin” “geceyi bekleyin” sloganlarıyla görünüşte medyatik iktidar söylemleri alanında inliyor. Sloganlar, sosyal demokrasiyi, sosyalizmi ve proletarya söylemlerini çağrıştırıyor. Sanki soğuk savaşın bitmesiyle birlikte kitlesel olma gücünü yitiren sol hareketler için yeni bir umut oluyor. Birçok eski tüfek Marksist yeniden umutlanır bir tarzda yazılar yazıyor, haberler yapıyor.

İşin ilginç yanlarından birisi bu eylemlerin ve gösterilerin sosyalist F. Hollande iktidarına karşı yapılıyor olmasıdır. Paris’te cumhuriyet meydanını işgal eden göstericiler, alandaki eylemlerini sebze yetiştirerek kalıcı bir işgale dönüştürmeye çalışıyorlar. Paris gösterilerinin yeni bir sol dalga olduğunu ve bu dalganın büyüyeceğini savunanlar da az değildir.
Fransa’da bir taraftan sol bir iktidar, patronlar yani burjuva lehine yeni bir iş yasası hazırlıyor. Diğer taraftan bu sol iktidara karşı öfke, işgal ve gece nöbeti eylemlerini başlatan örgütsüz sol hareketler meydanlarda gösteri yapıyor. Fransa’da F. Hollande’ın seçimleri kazanmasını özgürlükçü sol adına başarı olarak görenler, sol iktidara karşı başlatılan işgal eylemlerini de sol için başarı olarak görebiliyorlar. Tam bir postmodern durum var. Kafalar karmaşaya karışıyor.
Üç aydır kesintisiz devam eden gösterilere; işçi sendikaları, sol gruplar ve üniversite öğrencileri öncülük ediyor. Zaman zaman gösterici kitlesi bir milyon kişiyi aşıyor. Polislerle göstericiler sürekli çatışıyor. Kontrollü olarak gerçekleşen bu çatışmalarda göstericiler taş atarak saldırıyor; polisler ise robotisk saflar oluşturarak durdurma, jop kullanarak incitme ve gaz kullanarak korkutma tekniklerini kullanıyor. Bazan şehrin ana arterleri biber gazı bulutlarıyla kaplanıyor. Grevler çoğu kere ulaşımı ve hayatı durduracak kadar etkili oluyor.
Fransa’nın sosyalistlerden, yeşillerden ve iğreti sol gruplardan oluşan iktidarı, işçi hakları aleyhine çıkarılan yasayı geri çekmeyeceğini açıkladı. İşçilerin çalışma haklarını patronların kararına ve sermayenin maksimum kazanç diyalektiğinin insafına bırakan yeni çalışma yasasının birçok ritüelini tamamlandı. Başkan Hollande son olarak yasal olmayan gösterilere artık daha fazla tahammül edemeyeceklerini ve kamu düzeninin sol gruplar tarafından bozulmasına izin vermeyeceklerini açıkladı. İktidar olan sosyalist parti işçileri patronlara bu girişimi ile satmış oldu. Yani sivil sol, resmi ve muktedir sol ile cumhuriyet meydanında önümüzdeki günlerde daha çok kavga edecek.
Fransa’daki gösterilerin muhtemel etkisi konusunda farklı öngörüler geliştiriliyor. Konu sadece Fransa’nın içişi olarak görülmüyor. Olayları 2010’lu yıllarda madun ve yoksul genç kitlelerin kentlerin banliyolarında başlattıkları eylemlerin bir devamı olarak görenler var. Postmodern sol direnişin yeni örnekleri olarak değerlendirenler de oluyor. Gösterileri, David Graeber’in Wall Street’i işgal et sloganı çerçevesinde önce 1999’da Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü toplantısına karşı başlatılan ve daha sonra 2011 yılında New York’ta daha dinamik bir şekilde yapılan eylemlerin bir uzantısı olarak görenler de bulunuyor.
Konu üzerinde yapılan tartışmalar ciddi teorik bir temele oturtulmaya çalışılıyor. Paris veya daha doğrusu, Fransa’nın bütün kentlerinde tekrarlanan bu gösteriler, kimileri için nostaljik bir solun yeniden dirilişi olarak da görülebiliyor.
Benim asıl merak ettiğim konu ise bu olayların Arap Bahar’ında olduğu gibi domino etkisi gösterme ihtimalidir. Olayları, postmodern kapitalist güçlere karşı bir hareket olarak görenler, gösterilerin devam edeceği umudunu taşıyorlar. Bunlar gösterileri, Seattle ve Wall Street’i işgal eylemlerinin gelişmiş bir uzantısı olarak görüyorlar. 1960 ve 1970 yıllarında olduğu gibi dinamik bir Marksist hareketim gündeme oturabileceğini umuyorlar.
Hatırlanacağı gibi, 2011’de Tunus’ta başlayan gösteriler beş yıl içinde bütün İslam dünyasını cehenneme çevirdi. Fransa ve İslam Dünyası’nda meydana gelen olayların aktörlerini ve bu aktörlere yüklenen imajları karşılaştırmak önemli çelişkileri görmeye neden olabilir. Arap Bahar’ının sonuçlarını tartışmayacağım.
Ama başlangıç sürecinde Arap halk gösterilerine yüklenen imajlarla, Fransa’daki gösterilere yüklenen imajları karşılaştırmak mümkündür. Arap Bahar’ında başlangıçta sol hareketler her ne kadar gösterilere devrimci, demokratik ve özgürlükçü imajlar eklemek istediyse de olaylar onların algılarına ve etiketlerine göre devam etmedi. Tamamen uydurulan yeni dini imajlar, ideolojiler, grupsal aidiyetler, cunta ve şiddet eksenli imajlarla devam etti. Marksistlerin olaylarla ilgili yüklemeleri anlamsız kaldı. Fransa gösterileri ise tam aksine dini, etnik, ideolojik, grupsal ve milli imajlara kapalı bir şekilde devam ediyor. Mesela resmi Fransız iktidar söylemi, yabancı düşmanlığını, İslamofobiyi, ulusal bilinci gündemde tutarken göstericiler bunlar yokmuş gibi davranıyor. Bu önyargılı resmi söyleme karşı çıkıyor. Konu ciddi problemleri önümüze koymuş bulunmaktadır.
Çünkü Arab Bahar’ı süreci başlangıç eylemlerinin yeni mezhep, cunta oligarşisi, cemaat, grup ve mafya örgütlenmesi olaylarına dönüşeceğini kimse beklemiyordu. Irak, Libya ve Suriye’deki iç savaşlar tahmin edilmiyordu. Türkiye basını ve siyasi mekanizmaları o günlerde Arap Bahar’ını Prag Bahar’ına ve Berlin duvarının yıkılışı süreçlerine benzetiyordu.
Bütün bu problemlerin yanı sıra Fransa bu aralar Avrupa futbol şampiyonasına ev sahipliği yapıyor. İnsanlar Fransa’da top oynayanları seyrederken Fransız’lar kazanılmış sosyal hakların korunması için meydanları dolduruyor. İktidar solcuları ile sivil solcular çatışıyor. Haber merkezleri ise İŞİD militanlarının eylemleriyle manşetlerini dolduruyor. Yani her şey o kadar karışık ki, bir öngörüde bulunmak mümkün olmuyor.