Hayat ve Terör

By | 11 Kasım 2011

Türkiye’nin doğu illeri maalesef uzun zamandan beri terörle birlikte anılmaktadır. Televizyon yorumcuları, gazetelerin köşe yazarları ve politikacılar bu illerimizi şiddet, terör, kan davaları ve töre cinayetleri ile özdeşleşmiş bir tarzda anıyorlar. Bu kavramların bir gerçeği ne kadar ifade ettiği ayrı bir tartışma konusudur. Ancak gerçekten bu bölgelerin insanları medyada ve kamuoyunda sanıldığı gibi, bu sıfatları hak ediyorlar mı? Bunu sorgulayan ve araştıran çalışmaların sayısı da maalesef çok azdır. 

Hayat insanların gündelik yaşamlarında yaptıkları etkinliklerin toplamıdır. Bu bölgemizdeki insanlar, ne üretirler, nerde çalışırlar, çocukları için ne hayaller kurarlar? Bu sorular bizi hayatla ve gerçeklerle yüzleştirir. Bu yazıda malum bölgemizde yüzleştiğim birkaç örnek üzerinde duracağım.

Mardin’de Akademi Gap tarafından, 15 gün sürecek örnek bir eğitim verilmektedir. Mardin valisi Sayın Hasan Duruer’in başkanlığında, faaliyetlerini yürüten Gap Kültür Birliği adlı kuruluşun organizasyon işlerini, kültürel faaliyetlerdeki girişimci özellikleri ile tanınan, Fahri Tuna yürütmektedir.

Organizatör Fahri Tuna: “Bence bu ülkenin en önemli sorunu, yetenekli insanlarını eğitememesidir. Bu nedenle, Güneydoğu Anadolu bölgesinin sekiz ilinden seçilmiş, lise düzeyinde eğitim gören 144 üstün yetenekli öğrencisine, özel olarak düzenlenmiş, bir eğitim programı ile işe başlıyoruz. Alanında tanınmış sanatçılardan, yazarlardan ve bilim adamlarından oluşan kırk kişilik bir uzmanlar heyeti ile üstün yetenekli öğrencileri, atölye eğitimi kapsamında buluşturacağız. Bu buluşma Akademi Gap okulunun kuruluş sürecinin başlangıcı olacaktır…  Ve Vira Bismillah diyerek işe başladık” demektedir. Fahri Tuna’nın bu çıkışı uçsuz bucaksız okyanuslara açılan kaptanların, tutumunu hatırlatıyor. Keşif ve fetih ruhunu eğitime yansıtıyor, kültüre ve sanata taşıyor, milli beraberlik ve kardeşliğe ulaştırıyor.

Akademi Gap’ın atölye eğitimi projesi kapsamında, ben de 24-28 Haziran tarihlerinde Mardin’de öğrencilerle zaman geçirdim. Öğrenciler beni, ben onları anlamaya çalıştık. Sınav yoktu, merak vardı, keşif heyecanı vardı. Öğrencilerin merakı, hayata, sanata, ailelerinin mutluluğuna odaklanmıştı. Kimisi nasıl sosyolog oluruz, kimisi de romancı, tiyatrocu, doktor, sanatçı, yapımcı, karikatürist, şair, romancı ve edebiyatçı oluruz diye, merak ediyordu. Her gün filmlerini izledikleri sanatçılar ve yapımcılarla buluşmanın keyfini çıkarıyorlardı. Şairlere ve yazarlara soracakları soruları hazırlıyorlardı. Bazıları topluma hizmet programlarına katılmışlardı. Yoksullara yardım etkinliklerinde bulunmuşlardı. Tiyatrolarda oynamışlardı. Denemeler ve hikâyeler yazmışlardı. Eserlerini benimle paylaşırken kendimi bir sanat ve edebiyat ortamında, galerisinde ve piyasasında hissettim. Onların gayretleriyle, heyecanlarıyla, başarma konusundaki azimleriyle huzur buldum. İşte ülkemin gerçek sahipleri bunlardır diye sevinçten gözyaşı döktüğüm zamanlar oldu.

Yaşadıkları bölgenin terörle, cinayetlerle, geri kalmışlıkla, etnik ve siyasi tartışmalarla gündeme gelmesinden rahatsızlardı. Onlar sanatçı, şair, tiyatrocu, işadamı, doktor, yazar, yapımcı ve senarist olmak istiyor. Bölge insanına yüklenen sanal kimliklerin kendi geleceklerini, amaçlarını ve yeteneklerini olumsuz etkileyeceğinden endişe ediyorlardı. Bu bakımdan bölgeden birisi olarak bana bu türden engellerle karşılaşıp karşılaşmadığımı soranlar oldu. Açık yüreklilikle bütün sorularına cevap verdim. Hayatımı öğrenmek isteyenler oldu. Çünkü hayatın ideolojik önyargıları yıktığını ve etkisiz kıldığını fark etmişlerdi.

Mardin, bir Artuklu şehridir. Ortası düz bir tepenin üzerinde kurulan kale, bütün ihtişamıyla ayaktadır. Kaleyi, güney, güney doğu ve güney batı yönlerden çevreleyen Mardin şehri, kale ile birlikte bir beden görünümündedir. Kale ile şehir arasında, baş, boyun ve göğüs’ü andıran bir ilişki hemen dikkati çekmektedir. Kale ve şehir güneye bakan bir gelin görünümündedir. Gece ışıkları, koca şehri alımlı bir gelinin duruşuna dönüştürmektedir. Kale’nin ışıkları gelinin başındaki taç’ın parlayan elmasları, zümrütleri ve gümüşleri gibidir. Mardin şehrinin ışıkları ise bu gelinin göğüslerine dökülen ve yakut taşlarla tezyin edilen bir gerdanlığı andırmaktadır. Şehrin üzerinde kurulduğu dağın eteklerinden itibaren doğuya, batıya ve güneye Suriye ve Irak çöllerine kadar uzanan uçsuz bucaksız ova ise muhteşem görüntüye ufuk kazandırmaktadır, Şehir izlenimlerini ıraksamaktadır, ötelere taşımaktadır, sonsuzlaştırmaktadır.

Mardin’i bu kadar güzelleştiren manzaranın içeriğinde ise çok daha ilginç ayrıntılar var. Geceleyin alımlı bir gelin olan bu şehir, gündüz gözüyle bakıldığında ustalığın, maharetin, azmin, kararlılığın ve insan emeğinin bitmez tükenmez eserleriyle vücuda getirilmiş yekpare bir kale-şehir görünümündedir. Yer yer kaya zeminler oyularak yapılan evler, biri birlerine bindirilmiş vaziyette uzanan yek pare taş yapılardır. Her ayrıntısı anıtsal değerde olan bu yapılar, yontma taş işçiliğinin harika örneklerini çok cömert bir şekilde sunmaktadır. Evlerin duvarları ortaktır, süslemeleri ortak bir kompozisyondur.

Birçok şehirde, sadece resmi yapılarda görülen ihtişam, burada hayatın her parçasına işlenmiş vaziyette. Mardin’de resmilikle gayrı resmilik, mimari ayrıntıların ve tezyinatın etkisi ile ortadan kalkmış bulunmaktadır. Bir tüccarın, helvacının, köşkerin, gümüş işçisinin ve bakır ustasının evi ile resmi bir binayı ayırt etmek için evlerin içine girmek gerek. Dıştan hepsi taştır. Hepsi tezyinatlıdır. Hepsi teraslıdır.

Kendilerini genel mimariden ayıran dini yapılar ise ancak minareler ve çan kuleleri ile fark edilebiliyor. Dini yapıların taç kapılarını bile uzaktan fark etmek mümkün değildir. Mimari burada avamla havası, resmi ile gayrı resmiyi, zenginle fakiri, işverenle işçiyi ayırt edilemeyecek şekilde, ortak mekânlarla bütünleştirmiştir. Evlere baktığınızda, insanlar arasında birçok şehirde fark edilen sınıfsal ayırımlar burada silinmiştir, ortadan kaldırılmıştır.

Mardin’in bu anıtsal mimari yapılarında eğitim gören, doğunun bu zeki çocukları, bir taraftan içinde bulundukları ve yaşadıkları mekânları düşünüyorlar, diğer taraftan İstanbul, İzmir, Ankara ve Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş bilim adamları, edebiyatçılar, tiyatrocular ve ses sanatçılarıyla keyifle vakit geçirmek için çaba sarf ediyorlar. Bir medresenin havuzlu bahçesinin çevresinde ünlü bir felsefeciyle, edebiyatçı ile derin felsefi ve edebi tartışmalara girişiyorlar.

Öte taraftan Mardinli çocuklar evlerini, camilerini, medreselerini anlatarak para kazanıyorlar. İlginç görüntü mekânlarıyla bir minareyi elinizde görselleştiriyorlar. Artukluları, Selçukluları ve Osmanlıları anlatıyorlar.  Süryani komşularından bahsediyorlar. Ancak iki üç kişinin yan yana yürüyebildiği daracık taş sokakları çevreleyen kemerli taş dükkânlarda, bakırcılar ve demirciler hayatın ihtiyaçlarını çekiçleriyle döverek müşterilerine sunuyorlar. Mardin şehrinin eteklerinden Şanlıurfa’ya uzanan kan kırmızısı toprakların işçileri ise ikinci mahsul ürünlerinin ekimi ile meşguller.

İnsan bütün bunları görünce medyatik öğrenmelerin yalancılığı ile tecrübî öğrenmenin sahihliği arasındaki farkı daha iyi görmektedir. Mardin taş yapıları, yemekleri ve tarihi ile bir hatıra olmakla kalmıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin bölgeye ilişkin gündeminin ne kadar yalancı bir gündem olduğunu da ortaya koymaktadır. Ben de herkes gibi, Mardin’den birçok hatıra alarak ayrıldım. Her hatırası ayrı bir önemi haizdir. Ama Akademi Gap atölyesindeki çocukların umutları ve çabaları Mardin’den her kese aktaracağım bir hatıra olarak her zaman anılacaktır. Bu atölyenin çocukları, sanatın, edebiyatın, kültürün, başarının ve çalışmanın önemi ile ilgileniyorlar. Daracık mekânlarda inşa edilen hayatlarla yüzleşiyorlar. Sanal dünyanın öğrettikleri ile yaşadıklarını karşılaştırıyorlar. Onlar, kendilerine bilmedikleri sanal ortamlarda yüklenen kimlikleri ve sıfatları yıkmak istiyorlar. Annelerinin, atalarının tecrübi beklentilerine öncelik veriyorlar. Medyatik nitelendirmelerin aksine, gerçek hayatın birer aktörü olduklarını umutlarıyla, çabalarıyla gösteriyorlar. Öyle sanıyorum ki, terörün ve politikanın yanılsamalarından halkı kurtaracak olan en önemli etkinlik yaşamın kendi duruşudur, kendi diyalektiğidir. Hayat her zaman olduğu gibi, bu sefer de eşkıyalığı, terörü ve politik sapkınlıkları durduracaktır. Mardin deki binlerce hayat, bu umudun gerçekliğine işaret etmektedir. Hayat kimsenin görmediği ve tahmin etmediği şekilde terörü, terörist söylemi ve sahte politik çekişmeleri yenmektedir.