Bürokratik Eğitimin Şurası

By | 21 Ekim 2010

dört art dört1-5 Kasım 2010 tarihlerinde 18. Milli Eğitim Şurası, sekiz yüzü aşkın bürokrat, yönetici, temsilci ve eğitimcinin katılımı ile Kızılcahamam’ın termal sularında toplanacak.

Şura’nın toplanmasından hemen önce, Şura’nın katılımcı profilini ve toplanma mekânını muhatap alan eleştiriler yapılmaya başlandı. Bu eleştirileri yapanların başında ise Talim Terbiye Kurulu’nun sabık üyeleri ve yetkilileri gelmektedir. Bunlar aynı zamanda kendilerinin niye davet edilmediğini de sorun olarak dile getirmektedir.

Şura’nın gündemi ise ”Eğitimde 2023 Vizyonu” olarak adlandırılmış. Öğretmenlerin mesleki gelişimi, yetiştirilmesi ve istihdamı, eğitim ortamları, kurum kültürü ve okul liderliği, ilköğretim ve orta öğretimin güçlendirilmesi, orta öğretime erişimin sağlanması, spor, sanat, beceri ve değerler eğitimi ile psikolojik danışma, rehberlik ve yönlendirme konuları bu Şura’da ele alınmış olacak.

Öte taraftan bilindiği gibi, Milli Eğitim Şura’larının kararlarının eğitim ortamlarına yansıması her zaman sorun olmuştur. Kararların hukuken bir bağlayıcılığı yoktur. Her dönemde birçok karar alınır. Ancak bu kararlar eğitim ortamlarında eğitim bürokrasisine takılı kalır. Konu sadece bir tartışma olarak gündemde yerini almış olur.

Milli Eğitim Bakanlığı ve Talim Terbiye Kurulu bürokratlarının önerileriyle seçilen şura üyeleri, yukarıda belirtilen başlıklar kapsamında eğitim sistemini 2023’e ulaştıracak öneriler geliştireceklermiş. Onlar bu kurguya göre müzakerelerde bulunurken, acaba, öğrencilerini çocukları gibi seven ve yetiştirmeye çalışan bir köy öğretmeni, evladını iyi eğitim alsın diye özel dershanelere ve öğretmenlere yüklü masraflarla gönderen bir veli ne düşünür?

Bir taraftan bu fedakârlıkları yapan veliler ve öğretmenler var. Öte taraftan, müdürlük, müdür yardımcılığı, müfettişlik ve bakanlık teşkilatı bürokratlığı makamları için; politikacıların, sendikaların ve üst düzey bakanlık bürokratlarının kapılarını aşındıran öğretmenler var. Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu burasıdır.

Türk eğitim sistemini 18. Şura’da tartışacak olanlar, gerçekten eğitime gönül veren öğretmenler ve bilim insanları mıdır? Yoksa bürokratik konumu gereği bu tartışmaya katılan eğitim bürokrasisinin uzantıları mıdır?

Bu soruya cevap vermek için Şura katılımcılarının profiline bakmak gerekir. Elimde bu konuda bir bilgi yoktur. Bundan dolayı katılımcıların kendilerini eğitime adayan kimseler olup olmadıklarını tartışmayacağım.

Öte taraftan eğitim ortamlarında bulunan ve fiilen ders vermeyen bürokratların ders ücreti aldıklarını biliyorum. Hiç derse girmeyen bir okul müdürü, bir müdür yardımcısı, bir şef ve bir memura niçin ders ücreti ödenir? Eğitim bürokratik bir ortam mıdır? Türkiye’deki mevcut uygulamaya bakılırsa bürokratik bir ortama dönüşmüştür.

Çünkü öğretmenlerin büyük kısmı müdür ve müdür yardımcısı olmak için durmadan çaba sarf etmektedir. Bu durum, eğitim vermenin önemsenmediğine, temel bir değer olarak benimsenmediğine ve bürokratik makamların yani sevk, idare ve kırtasiye işlerinin daha çok tercih edildiğine işaret etmektedir.

Eğitim ortamlarında olup biteni görmek için, fazla araştırma yapmaya gerek yoktur. Bir okula gidiniz, idari ofislerle derslikleri ve eğitim ortamlarını karşılaştırınız. Duvarları dökülmüş dersliklerin yanı sıra, birinci sınıf mobilyalarla döşenmiş müdür, müdür yardımcısı, şef ve memur odaları göreceksiniz. Öğrencilerle muhatap olmayı makamıyla bağdaştırmayan müdürler bulacaksınız. Teneffüse çıkan öğrencilerin gürültülerinden rahatsızlık duyan ve buna önlem alamayan nöbetçi öğretmenlere kızan, okul idarecileriyle muhatap olacaksınız.

18. Milli Eğitim Şurası toplanırken, ders veren öğretmenlerin, ikinci sınıf memur olarak görüldüğü, bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız. Öğretmenlikten kurtulmayı ve müdür olmayı besleyen bir eğitim bürokrasisi var. Eğitim bürokrasisi Cenap Şehabetin’in Mehtap Müdürlüğü gibi, kendini şişirmeye ve gücüne güç katmaya devam ediyor.

Makamını yetiştirdiği öğrencilerin gönlünde inşa etmeyi hedefleyemeyen bir eğitimciler kitlesiyle karşı karşıyayız. Bakanlığın mevcut bürokrasisi ise öğretmenlerin gücünü arttırmayı değil, bürokratik payelerin gücünü artırmayı düşünmektedir. Eğitim yönetimi ve liderlik kapsamında ele alınacak olan konularla bürokratik şişkinlik daha da arttırılacak gibi görünmektedir.

Son olarak şunu belirteyim ki eğitim ve öğretim faaliyetlerinin birincil muhatabı öğretmenlerdir. Bu ilmi gerçeğe rağmen sorumluluğu öğretmenden alıp yöneticilere ve bürokratlara yüklemeye çalışan bir eğitim algısı var ve bu algı gittikçe güçlenmektedir. Liderlik, toplam kalite yönetim, zaman yönetimi ve insan kaynakları yönetimi gibi kavramlar eğitim ortamlarında bürokratik bir şişkinlikten başka bir işe yaramıyor. Öğretmensiz bir eğitim şurasını bu algılarla geçiştirmiş olacağız. Bu Şura görüldüğü kadarıyla öğretmenlerin geri plana atılmış olan statüsünü daha da geriletmiş olacaktır.